Bilinen Türk Tarihinin En Büyük Savaşı

KURTULUŞA DOĞRU 
Bugün Türk tarihinin en önemli günlerinden biri, belki de birincisi…
Bugün 30 Ağustos…
30 Ağustos’ta ne olmuş, neden Türk’ün en önemli günüymüş; anlatmayacağım elbet…
Bilen biliyor, bilmeyense bugüne kadar öğrenmekten kaçtığına göre, varsın yine kaçsın; öğrenmesin!

30 Ağustos, “Kurtuluş Savaşı”mızın noktalandığı gün.
Kurtuluş Savaşı nedir onu da yazmayacağım. Gerici, yobaz, padişahçı kafaların sanki hiç yaşanmamışçasına gözlerden saklamaya çalıştığı kıyamettir deyip, asıl konuya gideceğim. 

ÇANAKKALE SAVAŞLARI
Bu hainler tayfası neredeyse tek bir savaş tanıyor. Çanakkale Savaşı…
Üstelik onun adını söyleyişleri bile yanlış…
Çanakkale, tek bir savaşın değil, savaşların; hem de karada, denizde, havada yaşanmış savaşların otağıdır. Olayın doğru adıysa “Çanakkale Savaşları”…

Şimdi çok kişi bana kızacak!
Kafalarındaki dogmalara aykırı her bilimsel sese, küfrederek karşılık veren cühela takımı; yazımdan haberdar olur olmaz, seviyelerine uygun iltifatları bana da yollayacaklar.
Bunlar, gerçek milliyetçi olduklarını sanan, ama her eylemleriyle Türklüğe ihanet edenler ile dindar oldukları görüntüsünü etrafa yayıp, dine ihanet eden dincilerden oluşmuş acayip bir güruhtur.
Dogmalarının gerçek kabul edilmesi için ellerinden gelen her türlü düzenbazlığı yaparlar.
Hatta şu sıralarda, yalanlarla örülü bir tarihin inşası için kıyasıya çalışmaktalar.

Benimse amacım; ne Çanakkale’de kalmış şehit atalarıma ne yaralanıp bazı organlarını orada bırakmış gazi atalarıma ne de onların hasretiyle cayır cayır yanmış ailelerine saygısızlık etmek değil. Tam tersine… Herkesi, her olayı kendi yerine oturtmak; yerli yerinde durmasına katkıda bulunmaktır.
Şu bozguncular grubu, ne derse ne yaparsa yapsın, gerçeği bastırıp saklayamaz.

ÇANAKKALE'Yİ HURAFEYE BOĞMAYIN 
O bozguncular, Çanakkale’yi hurafeye de boğmuştur.
Düşmanı yenen sanki yiğit askerlerimiz değil, “Yeşil Sarıklı” sanal varlıklardır.

Sanmayın ki manevi değerlere karşıyım. Yaşam bin bir gizle dolu. En garip olaya bile “Hayır!” diyerek kapıları kapatmam. Yalnız, kahramanlarımızın hakkını bu kadar açıkça çalanlara da eyvallah etmem, edemem.

Yoksa günümüz insanının çok azının duyduğu "Norfolk Olayı"nı 1984'ten bu yana bilmekteyim. Aynı dönemde Anzakların imzalanarak tutanağa bağlanmış ifadelerini, General Hamilton'un "Çanakkale'de gökten gelenlerle de savaştık" demesini, Atatürk'ün çevresinde UFO'ların dolaştığını hatta bunun bazı fotoğraflarla da saptandığını çok iyi biliyorum.


TÜRK'ÜN ASIL DÜŞMANLARI
Çanakkale’de Atatürk konusunda da iftira ve hezeyanlar var.
Bazı ahlaksız tarih yapıcıları, onun Çanakkale’ye hiç gitmediğini yaymaya çalışır. Başka ahlaksızlar da gittiği, ama savaşlara katılmayıp sayfiyelerde gününü gün ettiği yolunda iftiralar üretir. Okumayan, cahilliği seçen, tarihini bilmeyenleri nasıl kandıracaklarını çok iyi bilmektedir bunlar. Oysa Çanakkale’nin sonucu, geri planda tutulmaya çalışılan Atatürk’ün, engelleri aşıp ön plana çıkmasıyla değişmiştir.

“Savaşların hiçbirinde yoktu” kanısı yaratılmaya çalışılan Atatürk’e; Osmanlı Padişahı tarafından verilen kahramanlık madalyaları gözlerden ve belleklerden kaçırılmak istenmektedir. Cepheden anbean haber veren Osmanlı gazete ve dergilerinin yazdıkları unutulmakta ya da yalanlarla örtbas edilmeye çalışılmaktadır. O gazete ve dergilerden alınmış bilgileri sıraya koyup yazdığımda, ne demek istediğimi daha iyi anlatırım.
Buyurun:
Mustafa Kemal, Tekirdağ’da kurulacak olan “19. Tümen Komutanlığı”na atanır. 
20 Ocak 1915      
Mustafa Kemal Tekirdağ'a gelir ve “19. Tümeni” kurma çalışmalarına başlar.
2 Şubat 1915      
Tekirdağ'da kurulan “19. Tümen Komutanlığı” Eceabat-Maydos'a nakil olur. Mustafa Kemal tümen komutanlığının yanında ”Maydos Bölge Komutanlığı”na da atanır.
25 Şubat 1915    
5. Ordu, Gelibolu-Çanakkale bölgesinde kurulur.
23 Mart 1915      
Alman General Liman von Sanders 5. Ordu komutanlığına atanır. Gelibolu'ya gelir. Savunma planlarını yeniden yapar. Mustafa Kemal’in “19.Tümeni”ni ihtiyat gücü olarak kendine bağlar.
24-26 Mart 1915  
Mustafa Kemal, Bigali (Çamyayla) köyünde karargâh kurar.
18 Nisan 1915      
Müttefikler Gelibolu'ya çıkar.
22 Nisan 1915      
Mustafa Kemal, Arıburnu'na asker çıkaran İtilaf Kuvvetleri'ni tümeniyle durdurur. “Arıburnu Zaferi” kazanılır. İngiliz ve Fransızlar; Arıburnu, Kumkale ve Seddülbahir’e asker çıkarır. 9 ay sürecek Çanakkale kara savaşları başlar.
25 Nisan 1915    
Liman Von Sanders, 42 bin kişilik kuvvetle Arıburnu çıkarma bölgesinde Anzaklara saldırır. Başarısız olur. Savaşın en kanlı günüdür. Türkler 10 bin kayıp verip geri çekilir.
19 Mayıs 1915      
Mustafa Kemal Albay olur.
1 Haziran 1915     
Anzaklar, Arıburnu'ndaki merkez cepheden taarruza kalkar. 
6 Ağustos 1915   
Mustafa Kemal "Anafartalar Grubu Komutanlığı"na getirilir.
8 Ağustos 1915     
"Birinci Anafartalar Zaferi" yaşanır.
9 Ağustos 1915     
“Conkbayırı Zaferi” yaşanır.
10 Ağustos 1915    
"Kireçtepe Muharebeleri" yapılır.
15 Ağustos 1915    
“İkinci Anafartalar Zaferi” kazanılır.
21-22 Ağustos 1915     
Mustafa Kemal'e, Anafartalar Grubu Komutanlığı'ndaki üstün başarılarından dolayı "Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası" verilir.
1 Eylül 1915          
Fransız-İngiliz birlikleri Gelibolu'dan çekilir.
8 Ocak 1916          
Mustafa Kemal komutasındaki Türk Ordusu, tüm cephelerde savaşı kazanır. Kalan son "Müttefik" kırıntıları da Gelibolu'dan atılır.
9 Ocak 1916        
Mustafa Kemal'e, "Anafartalar Grubu Komutanlığı"ndaki üstün başarıları nedeniyle "Muharebe Altın Liyakat Madalyası" verilir.
17 Ocak 1916         
Eeeeee! 
Daha ne olacaktı? 
Kim müdahale edince savaşın seyri değişmiş; görebildiniz mi? 
ÇANAKKALE SAVAŞLARINDA ATAM ATATÜRK’LE İLGİLİ BİR ANI 
9 Ağustos Anafartalar ve 10 Ağustos Conkbayırı Savaşlarından yenik çıkan düşman, Türkleri cephelerden atmak için, 15 Ağustos günü yeni ve büyük bir saldırı daha düzenler. Bu saldırıyı önlemenin tek yolu kronolojik listemde sözünü ettiğim Kireçtepe’ye ulaşmak ve orada mevzilenerek savaşa tutuşmak…
Tepeye çıkan yol, patika denecek kadar dardır ve o daracık yol sürekli düşman ateşi altındadır. Hani şimdinin suikastçılarının uyguladıkları ve kurtulmanın neredeyse imkânsız olduğu çapraz ateş var ya, işte onun; savaş gemileri ve kara topçuları tarafından aralıksız bombardımana dönüşmüş hâlini düşünün, aynen öyle… Üstelik hiç kesilmeden süren bombardıman yüzünden her yer delik deşik. Pikniğe gitsen ve en kısa yol o olsa tercih etmezsin. Askerlerimizin hiçbiri parmağının ucunu bile çıkaramıyor. Herkes bir yana sinmiş, beklemekte… Mustafa Kemal yanlarına koşuyor ve “Neden yürümüyorsunuz?” diye soruyor. Cevap: 
– Gökten ölüm yağıyor, geçilemez!  
O kahraman, bir an bile beklemeksizin:
– Böyle geçilir! diye bağırarak tepeye tırmanıyor. 
Tabii ki bunu gören asker de peşinden… 
Ardından gelense Kireçtepe ve onun ardından da 21-22 Ağustos’taki İkinci Anafartalar Zaferi… 
Tarih yerine yalan üreten soyu bozuk ahlaksızlara* ilanen duyururum. 
ÇANAKKALE SAVAŞLARININ ÖZELLİĞİ 
Çanakkale Savaşları özellik olarak, bölgesel savaşlardır.Tüm yurdu kapsamaz. Belli bir yörede yaşanmıştır. Verilen şehitlerle birlikte, neredeyse vatanın tüm ocaklarını ateşler basmıştır ama bıraktığı acıların tüm yurtta hissedilmesi, savaşların bölgesel olduğu gerçeğini değiştirmez. Sanmayın ki Ege, Marmara ve kıyı illerinde neler olduğundan, savaşların yurtta oluşturduğu etkilerden haberim yok!
Tabii ki var. Var da onlar da Çanakkale’nin bölgesel olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çanakkale Savaşları’nın çok kısa ve çok öz bir kronolojisini yazmak gerekirse: İlk düşman ateşi 3 Kasım 1914 günü açılmıştır. Deniz Savaşı olarak adlandırılan bu bölümün bitiş tarihiyse 18 Mart 1915’teki zaferimizdir. Toplam 136 gün. Ardından 22 Nisan 1915’te kara savaşları başlar. O da “İtilaf Kuvvetleri” denen düşmanın son ferdinin, kara savaşlarının başlamasından 263 gün sonra 9 Ocak 1916'da Gelibolu’dan atılmasıyla son bulur. Savaşın tüm süresini hesaplamak gerekirse... Deniz savaşlarının yaşandığı gün sayısı 136, kara savaşlarının 263, kara ve deniz savaşları arasında geçen 34 günlük durgun devreyi de dâhil edersek toplam 433 gün… İçine, ihanet şampiyonlarından müttefikimiz Almanlarla bizden gibi görünen Ermenilerin de dâhil olduğu 433 gün…

Bir kesimin "Çanakkale Savaşları"nı sanki sırf deniz savaşından ibaretmiş, bir diğer kesimin de kara savaşlarını çok çok kısa sürmüş gibi gösterme gayretlerinin nedenine gelirsek... Bu büyük tarih hırsızlığının tek nedeni var: Mustafa Kemal'in mevcudiyeti. Yukarıdaki kronolojiden de anlaşılacağı gibi kara savaşlarının her dakikasında Mustafa Kemal vardır. O güne dek neredeyse tüm ömrü savaşlarda geçtiğinden büyük deneyim kazanmış bu askerî dehanın attığı her adımsa zaferle sonuçlanmıştır. İşte padişahçı, Osmanlıcı, Yeni Osmanlıcı, Cumhuriyet düşmanlarının dayanamadığı büyük olaysa budur. Yalanla, iftirayla, uydurma tarih yaratmayla nereye varacaklar ki? Allah bunların tümüne akıl, fikir versin. Amin!
ÇANAKKALE'DE ONCA ŞEHİDE KARŞIN KÖTÜ SON ENGELLENEMEDİ
Bir şey daha var, hem de çok önemli bir şey:
Ne gariptir ki, “İtilaf Devletleri” denen düşman; “7 Kasım 1918 günü, bando mızıka eşliğinde Çanakkale’den geçerek” yaklaşık 465,5 yıldır düşman ayağı değmemiş Türk Başkenti İstanbul’u, Çanakkale olaylarının bitiminden tam 1039 gün sonra, 13 Kasım 1918’de fiilen işgal etmiş ve bu rezalet, 30 Ağustos zaferinden 1 yıl 1 ay 1 hafta sonrasına, 6 Ekim 1923 tarihine kadar sürmüştür.
Özetlersem: Savaşın başında öz vatanımızda işgal edilmiş tek yer yoktur. Sonundaysa birçok bölgemiz, İngiliz ve İtalyan katilleriyle “Soykırımcı Fransız”ların, ayrıca megalo idea dedikleri hastalıkla kafaları bulanmış megalomanyak Yunanlıların işgali altına girmiştir. 
Aynı dönemde birçok yeri işgal eden Rusları da unutmamak gerek.
Tarihe bakınca açıkça görünen o ki; “Çanakkale Savaşları” vatan kurtaran değil, başa gelecekleri yalnızca erteletebilen savaşlardır. Hem de verilen onca şehit, gösterilen onca kahramanlık ve kazanılan onca zafere rağmen…
VATAN KURTARAN SAVAŞ: KURTULUŞ SAVAŞI 
Hadi gelin, Kurtuluş Savaşı’na da çok kısa bir göz atalım. 
Kurtuluş Savaşı belli bir bölgeyi değil, tüm yurdu savunmak ve işgalden kurtarmak için yapılmıştır. Çanakkale’deki gibi, savaşarak bir hedefe ulaşmak isteyen düşmana karşı değil; dipdiri, hiç güç harcamadan hedefine ulaşmış, giriştiği işgali tamamlamış, yerleşip konumunu güçlendirmiş, egemenlik iddiasını fiiliyata geçirmiş düşmanlara karşı yapılmıştır.
Kurtuluş Savaşı; acemisi bol olsa da Çanakkale’deki gibi bir ordunun değil; silahı olmayan, ordusu işgalcilere teslim olmuş bir milletin savaşıdır. Tekrarlarsak işgal altındaki bir ülkeyi kurtarıp, bağımsız kılmak için yapılmıştır. 
Çeşitli uluslardan meydana gelmiş olsa da “Çanakkale Savaşları”nda, tek ordu olarak hareket eden tek düşman vardır. Kurtuluş Savaşı’ndaysa hepsi kendi komutanları tarafından yönetilen, değişik yöreleri ele geçirmiş, değişik ulusların orduları…
Kurtuluş Savaşı’ndaki ihanet cephesi de çok geniştir.Düşman saflarının en önüne, takviyelerle güçlendirilmiş barbar Yunan Ordusu geçirilmiştir. Emelleri, kendilerinin iddia ettiklerinin aksine, tarihin hiçbir döneminde Yunan’a ait olmamış Anadolu ve İstanbul’u elde etmektir. İç ihanet şebekesinde yer alan Ermenilere, bu kez açıkça; Osmanlı vatandaşı olan Rumlar, Araplar, Padişah’ın kendisi ve kula kul olmayı önemli bir kazanım olarak gören zavallılar gibi başka unsurlar da eklenmiştir. 
Özellikle İngilizlerin, bölgedeki petrolü ele geçirmek suretiyle Basra’ya kadar inme ve Kafkaslardaki Bakü petrollerine el koyma planları gereğince satın alınan; şeyh, din adamı, bürokrat vasıflı hainler de bu savaşta önemli rol oynamışlardır. 
Daha hangi birini yazayım ki? 
Bu kadarı yetmez mi? 
Yazmadıklarım da var tabii…
Yalnız şunu iyi bilelim ki, tarihin gizemli sayfalarına gömüldüğü için bilemediğimiz savaşlarımıza saygısızlık etmemek için “Türk tarihinin bilinen en büyük savaşı” yerine “Bilinen Türk tarihinin en büyük savaşı” diyebildiğim “Büyük Taarruz ve Büyük Zafer” günleri, ne “Çanakkale Savaşları”yla ne de herhangi bir milletin bağımsızlık savaşlarıyla kıyaslanamayacak denli muazzam bir olaydır. Yarın öbür gün sahtekâr tarih yazıcılarıyla içimizdeki bazı şaklabanların bu büyük olayı sıradan olaylarla kıyaslamaya kalktığını görürseniz; inanmayın, etkilenmeyin! 
GÜNÜMÜZDEKİ EN İÇTEN PAZARLIKLI TEZGÂH 
Günümüz patronlarının tamamı olmasa da ona yakın bir kısmı ne yapar bilir misiniz? Her millî bayramda işçilerini çalıştırıp o millî coşku içlerine sinmesin diye yırtınırlar. İnanmazsanız gidip bakın bugün. Fabrikalara, iş yerlerine aklınıza gelen her yere gidip bakın. Devlet daireleri dışında kalan iş yerlerinin neredeyse tamamında, fazla mesai bile verilmeden, insanların çalıştırıldığını göreceksiniz. Bu yanlışı durdurması gereken yetkililer; kör, sağır ve dilsizdir. Öyle olmasalar bu zulüm sürüp gider mi? 
Lütfen dikkat edin!
Yetişmekte olan yeni nesillere millî duyguları aşılamanın en güçlü yollarından biri, belki de ilki, millî bayramlardır. Babalarla analar çalışırsa çocukları o duygularla kaynaştıracak tören yerlerine, bayram gösterilerine kim götürecek? Gitmesinler diye engellemeler yapan işverenler mi yoksa ellerinden gelse millî bayramları silecek Türklük düşmanı politikacı takımı mı?
Tüm iktidarlar “İş Kanunu”nun resmî tatillerle ilgili maddesinin değiştirilmesi gerektiğini bilir. Bilir ama iki adet kirli oyu ülkesinin geleceğinden üstün tuttuğundan bilmezden gelir. Bu kirli oylar, yüzsüzce cepten cebe gitmese; dincilerin (dindar değil, dinci) uyduruk tarikatlarıyla terör örgütlerinin kan kokan nefesleri ülkemi bu denli etkileyebilir miydi? Hadi bakalım, verin cevabını…
Allah milletime acısın. Devletime de… 
Hepimize akıl fikir versin ki, nereye gittiğini fark edenlerden olalım.


30 Ağustos’u kutlamaya gelince… 
Yalnız ve yalnız, değerini bilenlere; anlamını fark edenlere kutlu olsun!




 Günay Tulun

Not: Yukarıda, “30 Ağustos’a gelince… Yalnız ve yalnız, değerini bilenlere; anlamını fark edenlere kutlu olsun!” demiştim. “İstiklal Harbi, İstiklal Savaşı, Kurtuluş Savaşı”nın aynı savaş olduğunu bilmeyenlere, bu basit bilgiyi bile bilmeden; Kurtuluş Savaşı, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti hakkında ahkâm kesenlere ve onları "olmuşlardır" diye mezun edip vatan sathına salan öğretmenlerine ise yazıklar olsun!

Güçlü Demokrasi Ancak Güçlü Ordu ile Mümkündür

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Türk Ordusu, savaş gücünü ve bölgedeki caydırıcılığını yitirdi mi? Bu sorunun cevabını vermek için şüphesiz asker veya askerlik üzerine derinlemesine uzman olmak gerekir. Yani böyle bir sorunun cevabını vermek, bizim gibi sıradan insanların yapacağı bir iş değildir. Ancak ne var ki; biz de bu ülkede yaşıyoruz ve kamuoyuna yansıdığı/yansıtıldığı kadarıyla olayları izliyoruz ve bu olayları az çok analiz etme kabiliyetimiz bulunmaktadır.
İsterseniz size birebir yaşadığım bir olayı anlatayım da Türk Ordusu'nun savaş gücünün ve bölgedeki caydırıcılığının azalıp azalmadığına siz kendiniz karar verin...

Türk Ordusu Caydırıcılığını Yitirdi mi?
1999 yılının sonbahar ayları idi. Meşhur Gölcük depreminin (ikinci deprem) hemen arifesindeydik. Türkiye Diyanet Vakfı, Kuzey Irak'taki Kürt Özerk Bölgesi'nde yaşayan

Suçlanmadan Cinayet İşlemenin Yolları

Bu yazımın amacı, keyfinizin içine limon sıkmaktır.
Yalnız bu sıkmanın sonunda, limonun yararlarını da aşan, büyük yararlar elde etmeniz mümkün.  

Siz babanızın beşiğini tıngır mıngır sallar iken; hani pire berber, deve de tellalmış ya! 
Hani bir adam az gitmiş, uz gitmiş; dere tepe düz gitmiş ya!  
Hani bir de arkasına bakmış ki ne görsün: Bir arpa boyu yol gitmiş ya! 
İşte öyle insanların bol olduğu bir ülke varmış. Orada; hepsi olmasa da halkının sağlığıyla loto, toto oynayan çok sayıda yönetici, sanayici, iş adamı yaşarmış. Halkı da bunu bilir ama yeniden yeniden ve yine yeniden kandırılarak yaşamaktan mutlu olurmuş. O halk, hakkını savunanın gözünü oyar, hakkını çalanıysa omuzlara alıp başına tac edermiş. Bu yüzden, aşağıdaki yazımda, o ülke halkı yerine, onlarla ilgisi olmayan

Malazgirt Zafer Camii ve Bizim Ailenin Zaferi

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
1071 tarihi ve bu tarihte gerçekleşen Malazgirt Meydan Savaşı, sadece Türk tarihi için değil, dünya tarihi için de çok önemlidir. En başta bu savaş ve zafer, Anadolu topraklarının Türklerin ve Müslümanların eline geçmesini sağlamıştır. Onun ötesinde Malazgirt Zaferi, 600 senelik Osmanlı asırlarının hazırlayıcısı ve müjdeleyicisidir. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun mayası, ilk olarak Malazgirt’te çalınmıştır. Zira eğer Malazgirt Zaferi kazanılmamış olsaydı, belki de Oğuzların Kayı Boyu, Anadolu’ya hiç gelemeyecek ve yaklaşık 6 asır süren bir Türk cihan imparatorluğunu hiç kuramayacaklardı! Bu yönüyle Malazgirt Zaferi, Ortaçağın kapanıp Yeni Çağın başlamasının miladı olan İstanbul’un fethinin de adeta habercisi ve bir ön hazırlığı gibidir.

Ve O Günler

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Bir önceki yazı: "Annem ve Biz"...
Yaz gelince düğünler peş peşe yapılmaya başlar, hoşlandığımız için annem düğünlere bizi de beraberinde götürürdü. Bugün hâlâ öyle düğünler yapılıyor mu bilmiyorum, ama o zamanlar Beypazarı düğünleri günlerce sürerdi. Bu düğünlere gitmek için, tabii, önce davet edilmeniz gerekirdi. Düğün davetleri öyle davetiyeyle yapılmazdı. Düğünden bir süre önce, düğün ebesi denilen bir bayan vardı, o kapı kapı dolaşır, düğün sahibinin ismini (genellikle lakabıyla birlikte - falancaların falanca hanım gibi) ve selamını söyledikten sonra düğüne okur, yani davet ederdi. Davet edilen, ebeye mutlaka bahşiş verirdi.

Önce kız evinde gelinin çeyizleri duvarlara asılır, o gün herkes gider bunları görürdü. Ben bu çeyiz bakmayı çok severdim. Duvarlardaki kanaviçeleri, ince iplikle örülmüş

Gezi Olaylarında Koca Aile Buhar Olup Uçtu [Günay Tulun]

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den 
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.

Çok kısa olmasa da kısa bir yazı olacaktır bu! Bu sitede yazdığım en kısa yazı... 
Malum, "Gezi Olayları" durulmuş gibi... İhtimaldir ki bitti. O bitti ama derdim bitmedi. Şu Bay Recep'i kutlayamadım. Şimdi kutluyorum, o ne büyük hız o ne süper kaçıştı öyle...Süpermen bile bu denli hız yapamazdı.  

Nedenini, nasılını, kimini, kimsesini, 5N 1K'sini bildiğinizden yalnızca ismini yazacağım, "Dünya'nın en nezih, en soylu, en barışçıl eylemi" olan "Gezi" yaklaşık iki buçuk ay kadar önce 28 Mayıs günü başlamıştı. Recep Bey, Fas Başbakanı ile rica minnet alelacele bir program yapıp ailesinin toplum önünde sıkça görünen kadınlarını da yanına katarak süratle Fas'a kaçtı. Ailenin erkekleriyse kamuflaj giysilerini giyip araziye uydular. Hiçbiri Türkiye'de de ortalıkta da yoktu. Buhar olup uçmuşlardı.

Sırasının belli olması için VI. Muhammed olarak tanımlanan Fas Kralı "Mohamed el-Sadis bin el-Hasan", Recep Bey'i karşılamadığı gibi, "bu utanmaz herif ne halt etmeye geldi" gibisinden basına dahi yansıyan çok ağır sözler söylemiş. Görüşmek isteyen Recep Bey'i reddetmiş, kabul etmemiş, nazik davranmamış. Madalyonun öteki yüzüne bakarsak diplomatik kurallar ülkelerin karşılıklı resmî ziyaretlerinin çat kapı olmayacağını, ayrıca önceden bir gündem belirlenmesi gerektiğini söyler. Kendilerinden çok emin olan bizimkiler, şok üstüne şok geçirir, efendilerine ne diyeceklerini şaşırırlar. Siz, korkak muhaliflerin "danışmanları yanlış bilgi veriyor" gibi söylemlerine bakmayın, Recep Bey zeki adamdır. "Bu sözleri söyleyenleri de muhaliflerin tümünü de danışmanlarını da" ünlü halk sözümüzde olduğu gibi "sulu dereye su içmeye götürür ama su içirtmeden geri getirir". Tabii ki durumu anlar. Çok kızmıştır ama Türkiye'den gelen tahmin bile edemediği bir haberle ferahlar. "Gezi" ona karşı değil, yapılan yanlışlıklara karşıdır. Hemen Türkiye'ye talimat gönderir. "Ne yaparsanız yapın hepsini dağıtıp 24 saatte bu işi bitirin!" emrini verir. Bu korkak diktatör taslağı "Gezi Olayları" sırasında meydana gelen tüm ölümler ve provokatif olaylar dâhil her kötülüğün baş sorumlusudur. Cinayetlerinden, kaos yaratmaktan, ülkemize zarar vermekten, halkı birbirine düşürmekten, masumlara dinsel temalı iftiralar atmaktan, Türkiye'nin itibarıyla oynamaktan yargılanmalıdır. Yalnız o mu? Hayır! Onun yasa dışı emirlerini uygulayan bütün yürütme erki de... 

Herkes bunları söylemez, korkarlar. 
Bense bu diktatör taslağından korkmuyorum. 
Kasımpaşa, Okmeydanı, Tepabaşı, Şişhane, Tünel beşgeninde kaçak sigaralarla tombalacılık yapan bir adamı seçip tepenize çıkartırsanız olacağı budur. Dün acaba kaç kişinin kanına, canına girdiyse bugün de aynısı yapacaktır. Malum, "Alışmış, kudurmuştan beterdir!" tabii ki "Huylu huyundan vazgeçmez!" ve "İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur.". Ônu hâlâ tanımadıysanız çok yakında tanıyacaksınız. 

Uzatmayacağım!
Korkusuz kahramanların kurduğu bu ülke, kendisini kahraman olarak lanse ettirmeye çalışan korkaklarla bir yere gitmez. Namuslu insanların kurduğu bu ülke, namussuzlarla bir yere gitmez. Herkese eşitlik isteyenlerin kurduğu bu ülke, halkı birbirine düşüren bölücü katillerle bir yere gitmez. Biline!..


Günay Tulun

AKP'nin Günah Keçisi: Ekmeleddin İhsanoğlu

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, AKP iktidarının yanlış ve yanlı politikaları sebebiyle Mısır olaylarının içine alabildiğine batmış bulunuyor. En sonunda konu camilerimize ve cuma namazlarımıza kadar sirayet ettirilmiştir. Zira geçtiğimiz cuma günü, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın (elbette hükümetin) emriyle Türkiye'nin hemen bütün camilerinde vaaz ve hutbelerin konusu Mısır olmuştur. Cuma çıkısında da hemen bütün camilerde Mısır'da ölen İhvan taraftarları için "Gıyabi Cenaze namazı"kılınmıştır. Bu tür uygulamalara bir Müslüman olarak onay vermek mümkün değildir.

Zaten Mısır'ın Ankara Büyükelçisi Abdurrahman Salahaddin de "Türkiye'nin Mısır politikasının yanlış olduğunu ve Türkiye'nin sadece İhvan'dan yana tavır koymakla,

Annem ve Biz

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Bir önceki yazı: "Annem"...
Yaz gelince İnözü Deresi boyunca sıralanan bağ evlerinin keyfi bir başka olurdu. Komşumuz "Narlıların Hayriye Hanım Teyze"yle Baha Amcaların da orada bir bağ evleri vardı. Yaz başında onlar bağ evlerine taşınırlar, biz de sık sık onlara misafir olurduk. Annem akşamdan kek, zeytinyağlı dolma, yumurta dolması vb. yapar, sabah kahvaltımızı edip babamı yolcu ettikten sonra, telefonla bir cip çağırır (O zamanlar Beypazarı'nda otomobil yerine cipler taksilik yapıyordu.) nevalelerimizle ona doluşur, bağ evine giderdik. 

Diyanet'te Araplara ve Hurafelere Karşı Çıkmak Zinhar Yasaktır

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Diyanet'te (TDV) çalıştığım sırada, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından süreli yayın olarak yayınlanan dergilere, zaman zaman makale ve şiirlerimi gönderiyor, yapılan inceleme sonucunda bunlardan, Diyanetin yayın politikasına uygun  bulunanlar yayınlanıyordu. Yazmış olduğum şiir ve makaleler dolayısıyla Türkiye sathında bir okuyucu kitlemin olduğunu da görüyordum. Özelikle Müfettiş sıfatımla taşraya yapmış olduğum seyahatlerde karşılaştığım insanların sözlerinden bunu anlayabiliyordum. Açık söylemek gerekirse bu durum hoşuma da gidiyordu. 
Öyle ya, beğenilmeyi kim istemez ki?

FB-Emenike İlişkisi: Hülle mi Evlilik mi?

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Fenerbahçe aşk tazeledi ve platonik aşkı Emmanuel Emenike'sine tekrar kavuştu. Hem de muarızlarının gözünde "hülleci" damgasını yeme pahasına ve bu iş için 13 milyon Euro gibi bir rakamı gözden çıkararak.
 
Bilindiği gibi Emmanuel Emenike, 2009-2010 sezonunda Karabükspor'a gelmiş, 2011-2012 sezonu için Fenerbahçe ile anlaşmış, ancak şike olayı patlak verince ve adı şike olaylarına bulaştırılınca FB forması altında ayağı topa dahi değmeden apar topar ve 10 milyon EURO karşılığında Rusya'nın Spartak Moskova Takımı'na satılmıştır! Yani açıkçası FB, bu süre zarfında "Hülleci" pozisyonuna düşmüştür!
 
Ne var ki; FB'nin Emenike aşkı hiçbir zaman azalmamış, aksine Emenike, Spartak Moskova formasıyla gol attıkça daha da alevlenmiştir. Geçtiğimiz sezon Avrupa Şampiyonlar ligi elemelerinde Emenike'nin FB'ye attığı gol bile FB'lileri üzmek şöyle dursun, onlardaki Emenike aşkının kara sevdaya dönüşmesine yol açmıştır! İşte bu platonik aşk ve kara sevdadır ki; Emenike'nin tekrar FB'ye dönmesine yol açmıştır. Hayırlı, uğurlu olsun. 

Annem

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Bir önceki yazı: "Ne Güzel Günlerdi Onlar"... 
Yaz tatillerimiz iki bölümden oluşurdu.
Okullar kapandıktan sonra 20 Temmuz'a kadar (adli tatilin başlangıcına kadar) Beypazarı'nda kalırdık. Adli tatil başladığında ise İstanbul'a anneannemlerin yanına gider, yeni adli yılın başlamasına, yani eylül ayı başına kadar tatilimizi orada geçirirdik.

Bu bölümde biraz anneciğimden ve yaz tatillerimizde onunla geçirdiğimiz güzel zamanlardan bahsetmek istiyorum.

Bütün anneler güzeldir ya, benim annem de bana göre dünyanın en güzel annesiydi. Babam onu yedek subaylığını yaparken komutanı aracılığıyla tanımış. Babamın komutanı eskiden dedemin subayıymış. Babama eski komutanının liseyi henüz bitirmiş güzel bir kızı olduğunu, evlenmeyi düşünürse aracı olabileceğini söylemiş. Babam kabul etmiş ve komutanın hanımı, babaannem, babam ve halamı alarak anneannemlere gelmiş.

Görünce beğenmişler ve hemen istemişler.
Kısa sürede nişanlanmışlar, iki ay içinde de evlenmişler. 

Kadıköy'de yetişen ve "Balık denizden çıkarsa nasıl yaşayamazsa ben de Kadıköy'den çıkarsam yaşayamam." diyen annem kaderin bir cilvesi olarak, önce Tunceli'ye, sonra Kütahya Altıntaş'a oradan da Beypazarı'na tayin olan babamla birlikte gençliğini (adli tatiller dışında) taşrada geçirdi ve Kadıköy'e döndüğünde 49 yaşındaydı. Ara sıra İstanbul özlemini dile getirse de bir gün bile ciddi anlamda hâlinden şikâyetçi olmadı ve bizler onun bu iyimserliğinden payımıza düşen mutluluğu alarak büyüdük.

Ailede mutlak otorite olarak bize hep babamı gösterir, kendisi hep ikinci planda kalmaya özen gösterirdi. Onunla aramızda babamdan gizli hiçbir konu olamazdı. Ben ailemizin dirliği ve düzeninde en büyük payın ona ait olduğunu düşünüyorum. 

Becerikli bir annenin el bebek gül bebek büyüttüğü tek kızı olması nedeniyle hamarat bir ev kadını sayılmazdı. Ancak o yapabildiklerini yapar, yapamadıklarını yaptırtarak bizi hiçbir şeyden mahrum etmezdi.

Bize karşı sevgi doluydu, fikirlerimize değer verir, kararlarımıza hep saygı gösterirdi. Ona göre bir çocuğa verilecek en önemli şey ona kişilik vermek, bir çocuğun aileye verebileceği en büyük mutluluk ta onun okumasıydı.
Kızların okumasına ayrı bir değer verirdi.

Tanıdığı akıllı ya da çalışkan kız çocuklarının okula gönderilmeleri ya da eğitimlerine devam etmeleri için gerekirse babalarıyla konuşur, onları ikna etmeye çalışır ve çoğunlukla da bunu başarırdı.

Kızlarının aksine giyinip kuşanmayı, süslenmeyi çok severdi.
Sık sık kuaföre gider, saçlarını yaptırır, yeni bir şey moda olduğunda hemen kendine göre uyarlardı. Bizim spor giyinmemizden pek hoşlanmazdı.
Torunu Dide, genç kızlığa geçerken onun da kendisi gibi süslenmeyi sevdiğini gördükçe çok mutlu olur ve "Allah bana gönlüme göre giyinen kız vermediyse de şükür torunum bana benzedi." diye sevinirdi.

Canım anneciğimi burada rahmet ve sevgiyle anıyor, eksikliğini her geçen gün daha fazla hissediyor, onu çok özlüyorum.


Anı dizisi, gelecek yazı olan, "Annem ve Biz"le devam edecek.



Semiramis Kanbak

Türkler Geliyor [Marmara'nın Kitabı 4]

SELÇUKLU ve OSMANLI NE YAPMIŞ?
Türkler Marmara’yı, etrafındaki diğer adalarla birlikte, 1090 yılında; Selçuklu Komutanı Arslanbey’in başında olduğu kuvvetlerle ele geçirmiş.
Orhan Gazi döneminde, 1359′da; Süleyman Şah Rumeli’ye geçerken,

Hoca Kemal ya da Şah İsmail Kimdir?

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
Çok değerli okurlarımdan bazıları, "Hz. Ali,Yavuz Sultan Selimi Mekke'ye davet etmiştir" başlıklı yazım sebebiyle bana sitemde bulunmuşlar. İçlerinde Yavuz Sultan Selim'i kutsadığımı ve aslında Yavuz'un Alevi Türkmenlere karşı katliam yaptığını, dolayısıyla böyle bir yazının bana yakışmadığını söyleyenler var. Kim bilir belki de haklılar. Çünkü ben, bugüne kadar yazılarımda Alevi vatandaşlarımızın temel isteklerini savunmuş ve onların bu taleplerinin haklı olduğunu açık açık dile getirmiş bir Sünni yazarım. En başta da cem evlerine ibadethane statüsü verilmesini, Aleviliğin okullarda öğretilmesini, Aleviliğin ne olup ne olmadığı konusunda karar verecek olanların yine Aleviler olduğunu, hatta Alevilerin Diyanette temsil edilmesini de savundum durdum bugüne kadar. Dolayısıyla; Yavuz Sultan Selim Han'dan hazzetmeyen bir kısım Alevi dostlar, benim hakkımda hafiften hayal kırıklığı yaşıyor gibiler. Oysa hayır; ben yine aynı noktadayım... 

Ne Güzel Günlerdi Onlar

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Bir önceki yazı: "Biz Bize"...
"Torunların Evi"nde yaşadığımız müddet içinde kardeşlerimiz dışında en yakın arkadaşlarımız karşı komşumuz şoför Hidayet Amca ile Gülsüm Teyze'nin yaşları bize yakın olan iki kızıydı. Ya biz onlara giderdik ya da onlar bize gelirlerdi. Onlara gittiğimizde bizi nur yüzlü babaanneleri, Emine Teyze, karşılar, eğer okuldan dönüyorsak "Kızlar gelir hocadan, mis tütüyor bacadan!" diye selamlardı. Genellikle bize, ince dilinmiş ev ekmeği üzerine (siyah ekmek) torba yoğurdu (imansız yoğurt) ya da salça sürerek ikram eder ve biz bunu yemeğe bayılırdık. Emine Teyze bizi "Kızdır, nazdır; bin altın azdır!" diye sever, arkasından da küçük erkek torunu Sait'e dönerek, "Oğlandır, oktur; her evde yoktur!" diye onun gönlünü alırdı. 
  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

Google'da Webler Arası ve Site İçi Arama

*TATİL ve DİNLENME
Marmara Adası
DAVRAN MOTEL

*HASTANE RANDEVU SİSTEMİ
182 Merkezi Hekim Randevu Sistemi ile RANDEVU ALMA

FotoğrafımGrup Kimliğini Görüntülemek İçin Tıklayın




HABERCİDEN, "Yazarlar ve Ozanlar" ile "Sessizliğin Sesi" Gruplarına Ait Özgün Bir Kanaldır.