TÜRKLERE YAPILAN SOYKIRIM ve KUZEN GERONİMO

Fransız Meclisi'nin (millet meclisi ve senato), “Ermeni soykırımını inkârını suç sayan yasa”yı onayladığı bugünlerde milletçe burnumuzdan soluduğumuz kesindir. Şimdi bütün umudumuzu, Fransız Anayasa Mahkemesi’nin bu absürt yasayı geçersiz kılacak şekilde alacağı karara bağlamış durumdayız. Umarım bu umudumuz da fos çıkmaz ve milletçe bir kere daha düş kırıklığına uğramayız!

Hükûmetse, Fransa’ya karşı şöyle yaptırım uygulayacağız, böyle yaptırım uygulayacağız efelenmelerinde. Aslında Hükûmet de bal gibi biliyor, Fransa’ya karşı uygulanacak yaptırımların fazla bir etkisinin olmayacağını. Daha doğrusu Fransa’ya karşı fazla bir yaptırım gücümüzün olmadığını. Ancak maksat siyaset yapmak ve kitlelerin biriken gazını almak olunca her şey mubah. At atabildiğin kadar. Salla sallayabildiğin kadar. Bir taraftan mutlaka AB’ye gireceğiz diyeceksiniz, bir taraftan da AB’nin iki önemli aktöründen birisi olan Fransa’ya karşı yaptırım uygulayacaksınız. Doğrusu bizim için, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumu bir iştir bu Fransa’ya yaptırım konusu.

FENERBAHÇE GALATASARAY'DAN NE KADAR BÜYÜKTÜR?

Geçenlerde yazmış olduğum bir yazıda, Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “Trabzon’un kupasını almak için ince ayar yapıyoruz” anlamındaki açıklamasından hareketle şöyle demiştim:
“İncesini, kalınını bilmem. Ben bütün ayarlara karşı olan bir Galatasaraylı olarak bu kez Fenerbahçe'nin yanındayım. Trabzonlu bakanın ince ayar açıklaması, bizzat Trabzonlulara ve Trabzonspor'a hakarettir. Sayın bakanın yapmış olduğu açıklamayı, spor kulüplerinden birisinin başkanı yapmış olsaydı, şimdi kesinlikle şike suçlamasıyla Metris'teydi. Doğrusu Sayın Bayraktar çok ayıp etmiştir çok. Tıpkı Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena Stadı'nın açılışında Galatasaraylılara karşı yapmış olduğu ayıp gibi. Trabzonsporlulardan Sayın Bakan'ın açıklamasına karşı bir açıklama gelirse Trabzonspor'a olan sempatim devam edecektir. Aksi takdirde ben, bu tür ayarlara gelemem arkadaş. Çünkü futbol erkek oyunudur, ayarsız mayarsız ve erkekçe

BİR ZAMAN ŞİİR VARDI

Edebiyat...
Edebiyat sözü, gene edebiyat biçimindeki Arapça aslından dilimize geçmiştir. Eğitim, güzellik, incelik ve usluluk anlamlarını içerir. Sözlü edebiyat en ilkel topluluklarda bile görülebilir. Yazılı edebiyatsa gelişmişlik ve uygarlık göstergesidir. Edebiyat, toplumları ulus yapan unsurlardan biridir. Yazılı edebiyatı olmayan toplumlar henüz uluslaşmış sayılmazlar.

Bir sanat dalı olarak edebiyat, ayrıca kendi içinde birtakım başka dallara ayrılmıştır.
Bunlar içinde önde geleni bir bakıma şiir olur.

Şiir; imaj, olay, duygu ve düşüncelerin anlatım aracıdır.
Gene şiir, edebiyatın diğer dalları yanında halka daha çok mal olmuştur. Şiir deyince, bizde akla gelen en eskiler Mevlâna’yla Yunus’tur. Mevlâna, Farsça yazmıştır. Bu yüzden de halk tabakaları tarafından anlaşılamamıştır. Yunus ise alçak gönüllü ve sade

BİR SEN KALDIN İÇİMDE

Geçende bir gece TV kanallarında geziniyoruz. Doğu'dan, Batı'dan müzik diye bir takım zırvalar, zırvalar... Bir kanaldaysa Yaşar Özel'e rastlıyor ve duruyoruz. Kendisi bizi fazla bekletmiyor; henüz ikinci şarkı bir Hüzzam: "Bir sen kaldın içimde, bir de o hâtıralar. Öldürür her gün beni, kalbimdeki yaralar."

Hadi gel de dinleme bakalım!

1950 veyâ 51, ilk veyâ sonbahar. Vize'den göçmüş bir âile olarak, üç dört yıldır İstanbul-Eyüp'te yaşamaktayız. Günlerden bir pazar, komşu sokakta top oynuyoruz. Onca şamata arasında, kulaklarımız bildik ve güzel bir nağmeye takılıyor. Şarkı dinlediğimizi düşüneceğiz ama... Nağmeler, bitmek bilmeden uzayıp uzayıp gitmekteler. Bizden başka oradakilerin hepsi doğma büyüme Eyüplüler. Şaşırdığımızı görünce, bir yöne dönerek açıklıyorlar. Şurada bir kilise var; orada Gâvurlar dua okuyorlar! Kilise, Gâvur, onların duaları... Bunlar bize yabancı. Tabiatıyla çok da ilgi çekici şeyler.

BİR GEZİ ÜZERİNE

Cumhurbaşkanımız, bugünlerde Avrupa'nın bir ülkesini ziyâret etmektedir. Moldavya, artık târih olan Sovyetler Birliği'nin on beş federe devletinden biriydi. Ülke, Boğdan ve Buğdan adlarıyla geçmişte bir zaman Osmanlı toprağı da olmuştur. İşte bu döneme ilişkin olup kişiyi gülümseten bir olay vardır ki, bunu burada yazabildiğimize göre târihimize geçmiştir. Biz de şimdi tam sırası gelmişken, Moldavya adı çevresindeki ilgi çekici bu olayla diğer birkaçını anlatmak istiyoruz.

Târihimizin, Moldovancı diye isim yapmış Ali Paşa’sının karıştığı ilginç öykü şöyle bir şeydir: Osmanlı’da sayıları kırka varan Ali paşalardan biri, sadrâzam olmadan önce İstanbul'un âsâyişinden sorumlu iken, İstanbul'da, günümüz Nataşa olaylarını hatırlatan bir durum vâkî olmuştur. Moldavyalı, yâni Moldovan fâhişeler İstanbul'u şimdiki gibi mesken tutmuşlar ve gene şimdiki gibi bunları şehirden uzaklaştırmak meselesi doğmuştur. Şehrin âsâyişinden sorumlu zamânın İstanbul Bostancıbaşısı Ali Paşa, fâhişeleri bizzat toparlayıp önüne katarak, bunları Moldavya'ya sürmek üzere

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ

Seksen yedilik annemizin ifâdesiyle 107 Kasım’da doğmuşuz. Bu târih yeni takvimde 22 Şubattır. Artık, bir yaşı daha devirip altmış beşe ayak basıyoruz. Nâzım’ın dediği üzere, boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman! 1940’ta Vize’de başlayan dünyâ mâcerâmız, aradaki kısa uzun bir takım duraklardan sonra hâlen Edirne’de devam etmektedir. Bu bizi, “Neydi, ne oldu? Ne gördük, ne yaşadık?..” gibi düşüncelere sevk etmiştir. Böylece dalıp gittiğimizde hatırımızdan bakalım neler geçmiştir…

Hâtırâların hangi çağımızdan başlamakta olduğunu açık olarak bilemiyoruz. Ancak, yedi yıl yaşadığımız Vize’den hatırımızda pek bir şey kalmamıştır. Kendisini doksanlarında kaybettiğimiz bir halamız, doğum günümüz için şunu demiştir: O gün, hava o kadar soğuk o kadar soğuktu ki, tükürsen, yere bir parça buz düşerdi! Soğukla başladık ya, gene de öyle devam edelim. Zamânın kışlarında her gün kar yağmasa bile, yerdeki henüz erimeden bir daha bir daha yağardı. Binâ alt katlarının kuzey duvarları belki bütün bir kış süresince kar yığınlarıyla örtülürdü. Evimizin iç bahçeye açılan dış kapısı

AVCI'NIN MARİFETİ

Osmanlı... Artık geçmişte kalmış altı yüz küsur yıllık bir dönem. Koca bir imparatorluğun var olduğu uzun süre. Doğrusu ve yanlışı, günâhı ve sevâbıyla Ulus ve ülke olarak bizim geçmişimiz. Her ne idi ve her ne oldu ise bizim târihimiz.

Osmanlı dönemi çok tartışılmıştır, bugün hâlâ tartışılmaktadır. Daha da tartışılacaktır. Tartışılan, Osmanlının devlet anlayışıyla bunun işleyişidir. Ancak; rejimle sistem Osmanlıda sımsıkı bağlı olduklarından, bir bakıma hâkanlar tartışılmaktadırlar. [Burada "hâkan" dedik ya, bunu bir açıklayalım. Hâkan, bir erkek adı olmakla bugün yaygın biçimde tanınıyor. Ne var ki, bunun anlamını herkesin hatâsız bildiği husûsunda kuşkularımız vardır! Hâkan Türkçedir ve İtalyanca İmperatore (aslı Latince İmperator) ve Farsça Pâdişah gibi bir anlam taşımaktadır.] Nitekim ve meselâ, Fâtih'le II. Abdülhamit iki farklı kişiliktirler. Tıpkı bunun gibi, zamanlarındaki Osmanlı da hayli farklı

DİKKAT: BU İŞ BİZLER İÇİN DE NEFRETE DÖNÜŞÜYOR

"Soykırımı İnkâr Yasası", Fransa Meclisi'nden sonra Senato tarafından da kabul edildi. Tabii birkaç küçük aşama daha var, ama sonuçta Sarkozy denen çirkinlik abidesi zibidinin önüne gelecek ve onaylanacak. Tersi mucize olur.

Konum, ne "Soykırımcı Fransızlar"la ortakları "Soykırımcı Ermeniler" ne de defalarca yaptığım için adlarını sıralamaktan bıktığım işbirlikçileri değil.
Konum, o zibidi yasanın mucidi zibidi parlamentolar da değil!
Konum, bu ahlaksız yasa oylanırken, Fransız Parlamentosu'yla Fransızlar sanki ayrı düşünüyorlarmış gibi, bizi kandırıp güdülemeye çalışan yerli malı sunucu ve yorumcular da değil.
Konum, sanki her şey yalnız Sarkozy'nin başının altından çıkıyormuş, Fransız milleti bizi çok severmiş safsatasını bize içirmeye çalışan aklı evvel siyasetçilerimiz de değil.

AY'A, GÜNEŞ'E DAİR

Güneş, kendi adıyla anılan sistemin merkezinde dönerken, önce gezegenler sonra bu gezegenlerin uyduları, sonra da asteroit denilen daha küçük gök cisimleri, Güneş etrâfında dönüp durmaktadırlar. Dönüp durmak kalıplaşmış bir sözdür, burada da yanlış düşüyor, doğrusu dönüp gitmek olmalıdır! Durmadan, hiç durmadan dönüp gitmek... Güneş'in gezegenleri, bize henüz ilkokuldayken öğretilmişlerdir. İlkokulda gördüğümüz hayat bilgisi dersinde, bu dokuz gezegen bayağı ciddî bir konuydu. Dokuz gezegeni ezbere bildikten başka, onları bir de boy sırasına koyardık. Hattâ, bundan daha geniş bilgilerimiz vardı. Şimdi bu sayı ona yükselmiş bulunuyor. 1993'te astronomi bize yeni bir uzay komşusu daha kazandırmıştır. Şu var ki, şimdilik sâdece kazandırmıştır. Adına "Karla" denilmiş bu yeni komşumuz, henüz yeterince tanınmamakta, hakkında yeterli bilgiler bulunmamaktadır. Buna göre, meselâ boy sıralamasında hangi yere konulacaktır? Bunu dahî bilmemekteyiz.

Dünyâmızın uydusu Ay'a gelince... Ay'ın, insan hayâtı üzerinde maddî ve mânevî büyük etkileri bulunmaktadır. Bâzı insanlar, bugün bile Ay'a kutsallıklar atfetmekte, hayatlarını

DİN, MEZHEP, TARİKATLAR

Yeryüzünde hiç bir toplum yoktur ki, din denilen felsefî bir inanç sistemine dâhil ve bağlı olmasın. Din... Bu kavramı, bütün bir insanlığın kabûl edip benimseyebileceği bir kalıba dökmek, aslâ mümkün değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. Değildir çünkü... Her inanç toplumu, ancak kendi inancını doğru görüp doğru bilmekte, bunun dışındakileriyse bâtıl, yâni geçersiz yâni hükümsüz saymaktadır. Hâl böyle olunca, dinler arasında görülen gizli açık çatışma ve rekâbet de kaçınılmaz olacaktır. Bu, dinler arasında böyle olduğu kadar, aynı dinin mezhep ve tarîkatları arasında da derece derece böyle olmuştur. Son günlerde, ülke gündeminin baş sırasına oturan Hizbullah (Allah'ın Partisi) olayı, bunun en çarpıcı bir örneğidir.

Din, insan için her zaman var olmuş ise de en çok da onun başı dara düştüğü zaman lâzım olmuştur! Bir de kişinin eğitim düzeyiyle din duygusu arasındaki münâsebet dikkat çekicidir. Kısaca... İnsanoğlu, rahat ve refaha kavuştuğunda, belki farkında bile

DİN GERÇEĞİ ÜSTÜNE

Konuyu gazetede okuduk. Buradan öğreniyoruz ki, Türkiye’de misyonerler varmış, kiliseler açılıyor, Hristiyanlık adına ciddî çalışmalar yapılıyormuş. İşte, şimdi bu tartışılıyor. Müslüman mahâllesinde salyangoz satmak, işte buna denir!

Din konusuna sözün anlamından girersek... Söz aslen Arapçadır; gelenek, görenek, inanç ve töre gibi anlamlar taşır. Buradan Allah’a inanmak, O’na yönelmek anlamlarına varmıştır. Yeryüzünde hiçbir toplum yoktur ki, bir veyâ birkaç dîne mensup olmasın. Böyle olmasına rağmen, özellikle Batı toplumlarında din ile mesâfeli kişiler bulunmaktadırlar. Bunların yoğun oldukları ülkeler, Avrupa’nın zengin kuzey batısında yer alırlar ve Almanya bu konuda başı çekmektedir. Dinlerle tanışmayanların kimi, yaratan yöneten bir Tanrı’ya inanır, ama din diye bir müessese kabûl etmezler. Kimi de

ÇİNGENELER, ROMANLAR

Ülkemizin etnik grupları içinden biri vardır ki, pek saygı görmeseler bile değişik vesîlelerle toplumda en çok sözü edilen, en çok andığımız onlardır. Şimdi, “Çingene” deyip de şu konuyu bir irdeleyelim. Öncelikle, Roman ve Çingene bağlantısına bir bakarak soralım: Buradaki Roman ne demek oluyor? Bu, elbette ki edebiyatın roman türü değildir! Peki, ya nedir?

Roma İmp. yıkılıp dağıldıktan sonra, bu devletin dili olan Latince'den türeyip gelişen; İtalyan, Fransız, İspanyol, Portekiz, Rumen, Dalmaçya, Katalan, Provens, Romanş ve Sardinya diller grubuna Roman denmiştir; bu bir. Gene Roma İmp. ardından, X. ile XII. yüzyıllar arasında Avrupa'da ortaya çıkan güzel sanat akımına Roman denmiştir; bu da iki. Romanya'da küçük bir şehrin adı da Roman'dır; bu ise üç. Fransızca olarak “Romain” yazılıp “Romen” okunan söz ise Roma İmparatorluğu'yla ilgili demektir. Meselâ

FATİH'İN ANNESİ KİM?

Edirne'de doğmuş olmakla hemşehrimiz sayılmak gereken Fâtih Sultan Mehmet, geçen hafta iki yerel gazetede makâle konusu olmuştu. Birinci yazı Ayhan Tunca imzâlıydı. Fâtih adına Edirne'de bir heykel dikilmesine ilişkin makâlenin bir yerinde, Fâtih'in annesinin Mara adındaki bir Sırp kadını olduğu yazılmıştı. Bunu, şehiriçi midibüsünde yanında oturan ve kendisini TV'den tanıyan bir kişi söylemişti. Herhâlde, uğraşma değmez, demek istemişti! Bunun üzerine yazılan ikinci makâleyse, özellikle Edirne üzerine araştırma ve eserleriyle tanınan Oral Onur'a âitti. Oral Onur, Ayhan Tunca'nın aktardığı bilgiye îtiraz ediyor ve kendi doğrusunu yazıyordu. Özetle, Fâtih'in annesi diye İsfendiyar Beyi İbrâhim'in kızı Hatice Alime Hâtun’u gösteriyor, bunun bir adı da Hümâ Hâtun'dur, diye ekliyordu.

Öncelikle şunu belirtelim ki, Ayhan Tunca'yla tanışık olmakla birlikte muhabbetimiz bulunmamaktadır. Ama bu, hasım veyâ rakip olduğumuz anlamına da gelmemelidir.

Dinî Yasak Bölgedir. GİRİLMEZ!

CHP İstanbul milletvekili İhsan Özkes, Diyanet’in belalısı olmaya aday gözüküyor. Gün geçmiyor ki; emekli bir müftü olan İhsan Özkes’in, din ve Diyanet hakkında bir beyanatı olmasın. Bu gidişle Sayın Özkes, CHP’yi “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” hâline getirirse hiç şaşırmam! Doğrusu, kendisini Cumhuriyet’in kurucusu kabul ederek, laikliğin savunucusu ve bekçisi hâline getiren ve bana göre de doğru yapan CHP’nin, günün birinde “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” hâline geleceğine ihtimal bile vermezdim. Ancak emekli müftü İhsan Özkes sayesinde, CHP korkarım önümüzdeki günlerde böyle bir suçla da itham edilebilir…

Günlerdir adı geçen milletvekili ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında geçen söz düellosunu izliyor Türk halkı. Bu durum, bence pek hayra alamet değildir. İhsan Bey'in iddia ettiği gibi “Mele Projesi”nin, dinin genleriyle oynanacak derecede etkisi olur mu bilmem. Ancak bu projenin, hayata geçmesi hâlinde Diyanet’in genleriyle oynanmış

ASTROLOJİ YALANI

Bu türden yazılarımıza başlarken hep yaptığımız gibi, söze başlık yazımızın sözlük tanıtımıyla girmekteyiz. Astroloji [astronomiyle karıştırmamak gerek!] kavramı Türkçeye Fransızcadan geçmiş iken, bunun daha da öncesi eski Yunanca’dır. Türkçeye “yıldız bilimi” diye çevirebilirsek de aslında bilimle milimle ilgisi olmayan bir safsata olduğunu söylememiz gerekecektir! 

Astrolojinin dayandığı temel unsur, gök küredeki bizim Zodyak dediğimiz Fransızca Zodiaque takım yıldızı kuşağıdır. Anılan kuşak üstüne eşit aralıklarla dizilen ve insanların onları dünyâdaki bâzı nesnelere benzeterek, bir takım asılsızlıklar yükledikleri daha küçük yıldız kümelerine de burç denmektedir. Burç ise Arapça bir sözdür. 

Bilindiği üzere de bu burçlara rastlayan günlerde doğanlar astrolog denilen şarlatanların iddiâlarına göre, şöyle veyâ böyle olurlar diye tasnif edilmektedirler.

BOSNA ile BOŞNAKLAR

Cumhurbaşkanlığı Bayrağı'mızın bir köşesinde, çember biçiminde dizilmiş on altı yıldız vardır. Yıldızlar, bütün bir Türk târihi boyunca kurulmuş devletlerden önem sırasıyla ilk on altısını sembolize etmektedirler. Sembollerin biri, Avar Türk İmparatorluğu'nun ifâdesidir. Fakat şu var ki, Türk toplumları arasında Avarlar daha az tanınmışlardır. Hayatları boyunca Avarları hiç duymamış kişiler çıkması pekâlâ muhtemeldir. Avarlar, Hunların içinden ve onlardan bir boy olarak düşünülmüşlerdir. MS 565-803 yılları süresince Avrupa'da siyâsal bir birlik olabilmişlerse de Bayan Han diye bir Türk'ün eliyle kurulmuş bu devletin sınırları, kesin bir biçimde belirtilememektedir. Buna rağmen, bugünkü Macaristan'la eski Yugoslavya'yı Avar İmparatorluğu'nun merkez bölgesi olarak gösterebiliriz. Burada, anacağımız bölgenin bir parçası olan Bosna'yla oranın sâhipleri olan Boşnakları anlatacağız.

Peçeneklerse Avrupa'ya daha sonra gelip, askerî güçleriyle buranın en çok güneydoğusunu etkilemişlerdir ki, Bosna gene bu bölge içindedir. Peçenekler,

OYUNCU SARKOZY'YE SARKOZİLİK BİR OYUN

Fransa'nın Yetiştirdiği, Gelmiş Geçmiş En Kötü Komedyen:
"Bataklıkların Çocuğu Sarko"
"Fransız Senatosu Anayasa Komisyonu", Ermeniler tarafından Türklere karşı yapılan soykırımın çarpıtılarak, bazı parasal amaçlar uğruna; Ermenilere yapılan soykırım hâline dönüştürülmesi çabalarıyla ilgili olarak, büyük propagandalar eşliğinde ikide bir gündeme getirilen "1915 Olaylarıyla İlgili Ermeni İddialarının Reddini Suç Kabul Eden Ceza Yasa Tasarısı"nı görüştü.

"Senato Anayasa Komisyon"u toplanarak; artık aklı başında herkeste tiksinti uyandıran bu çirkin konuyu, çıkar çevrelerinin amaçladığı şekilde cezaya bağlanıp bağlanmaması yönünden anayasayla ilintilendirmek için bugün ele aldı. Yapılan oylama sonucunda da iftiralara dayalı bu çirkin yasa 
tasarısı dokuza karşı yirmi üç oyla “Anayasaya aykırı” bulundu.

Bilindiği gibi, geçen ay, Fransa

AB İNANÇ GERÇEĞİ

Son birkaç yıldır, AB (Avrupa Birliği)’ne girmek için ülke olarak büyük bir istek gösterip, uğraş vermekteyiz. İnsanımızın düşünce ve hayâli, istediğinde Avrupa’ya gitmek ve hattâ oraya göçmek, orada yaşamak şeklinde teşekkül etmektedir! Aynı konudaki olumsuz gelişmeler karşısındaysa bir şeylere kızıp küserek “lânet olsun, istemezük!” desek de genel ve ortalama isteğimiz budur! 

Bizim insanımız, Avrupa’yı elbette ki öncelikle iş imkânları için istemektedir. Buna paralel diğer istekler, sonraki bir otomatiğe bağlı olarak kendiliğinden gelmektedirler. Peki, neredeyse dünyâdaki her bir şeyi icat etmiş ve yapmış, bu en gelişmiş ve bir anlamda bütün yer küreyi yöneten kıtada hayat tarzı nasıldır? Rüyâlarımıza giren Avrupa sevdâmızdan öteye, bura hakkındaki bilgilerimiz nedir? Avrupa’nın toplum hayâtı, insanlarının mantalitesi, inancı ve zevkleri nedir? Tanıdığımızı sandığımız Avrupa’yı, acaba gerçekten tanıyor muyuz? [Avrupalılar “dünyâyı yönetiyor” derken;

RAUF DENKTAŞ ve KAREN FOGG'UN ÇOCUKLARI

Dün itibarıyla Rauf Denktaş’ı yitirmiş bulunuyoruz. Allah, Facebook arkadaşım da olan Sayın Rauf Denktaş’a gani gani rahmet eylesin. Kabri, cennet ışıklarıyla aydınlansın. Türk Milleti’nin başı sağ olsun. Türk milleti, gerçekten de büyük bir evladını ve büyük bir değerini yitirmiştir. Rauf Denktaş için “O bir kahramandır” demek sanırım yanlış olmaz. Çünkü Rauf Denktaş, kahramanca ve fedakârca çalışmalar yapmıştır Kıbrıs’ta. Eğer bugün Kıbrıs diye bir millî davamız varsa, bunu büyük oranda Merhum Denktaş’a borçluyuz. Hele hele benim yaşıtlarım için Kıbrıs Türklüğü demek bir anlamda Rauf Denktaş demektir.

Merhum Denktaş, bilindiği gibi Yunan destekli Rum işgaline karşı Türk Mukavemet Teşkilatını kuranlardandır. Genç bir avukat olarak başladığı bu mücadelede, Kıbrıs Türklerini ayakta tutan ve dolayısıyla Türkiye’nin Kıbrıs’ta tutunmasını sağlayan üç-beş

ASEF'in RAUF DENKTAŞ'ın Acı Kaybıyla İlgili Basın Bildirisi

Rauf Denktaş, Yalova Asef toplantısında konuşurken

RAUF RAİF DENKTAŞ Bey 'in dünya hayatından göçmesi bizleri derinden üzmüştür.

Türk milleti ailesi, yaşayan büyük liderlerinden birini daha kaybetmiştir. 

88 yıllık ömrünün 68 yılını Kıbrıs Türk'ünün bağımsızlık mücadelesine adayan, uluslararası arenada saygın, sözü dinlenir ve tuttuğunu koparan bir lider olarak tanınan, hasta yatağındayken bile hasımlarının korkulu rüyası olan Denktaş Bey'in yeri doldurulamaz.

Kıbrıs Türk'ü ve Türk Dünyası için sembol isimdi. Onun yılmaz mücadelesi, herkese

ONBAŞI ON ASKERİN BAŞI, PEKİ SİZ NEYİN BAŞISINIZ?

Türk Ordusu, dünyanın en eski ve köklü ordularından birisi, belki de birincisidir. Türk Ordusu, Türk Milleti'yle vardır demek sanırım abartma olmaz. Türk Ordusu’nun bugünkü şeklinin temeli ise 2000 küsur sene önce Hunlar tarafından atılmıştır. Dolayısıyla, Türk Ordusu’ndaki bazı unvanlar, örneğin onbaşı ve binbaşı gibi unvanların geçmişi Hunlara kadar dayanır ve bu unvanlar, o günden bu güne hiç değişmeden gelmiştir. Adı üstünde onbaşı, on askerin başı; yüzbaşı, yüz askerin başı; binbaşı ise bin askerin başıdır. Bu unvanlardaki komutanların komuta ettikleri birlikler, manga, bölük ve tabur diye sıralanır.

Türk askerî yapılanmasında mangalar on kişiden oluşur ve her manganın başında bir onbaşı bulunur. Dört manganın bir araya gelmesiyle bir takım, üç veya dört takımın bir

ATİNA MERKEZ CAMİİ

Hayır, başlığı yanlış yazmadım. “Adana Merkez Camii”nden değil, “Atina Merkez Camii”nden bahsediyorum. Adana’daki caminin adı da zaten “Adana Merkez Camii” değil, “Sabancı Merkez Camii”dir. 1990’lı yıllarda, o zamanın Belediye Başkanı Aytaç Durak tarafından tahsis edilen alan (Adana Eski Şehir Terminali) üzerinde yapımına başlanan Merkez Camii inşaatının, halktan toplanan yardımlarla bitirilemeyeceği anlaşılınca, Diyanet yetkilileri Sabancı Ailesi’ne başvurmuş, Sabancı Ailesi de camiye kendi aile isimlerini vermek kaydıyla yüklü miktarda bağış yaparak cami inşaatını tamamlamışlardır. Böylece Adana Merkez Camii’nin adı olmuştur “Sabancı Merkez Camii”. Benim bildiklerim budur.

Allah'tan, aile caminin ismine “SA” ekini koymayı şart koşmamıştır! Eğer böyle bir şart koşsalardı, bu caminin adı muhtemelen “Adana Merkez Camii’SA” olurdu! Hani demiş ya

TANKERİMİZ BİDON BORU HATTIMIZ KATIRDIR BİZİM!

Bilimsel adı “Equus mulus” olan “katır”, erkek eşekle dişi atın (kısrak) çiftleştirilmesiyle elde edilen melez bir havyandır. Tam tersi, erkek at (aygır) ile dişi eşeğin çiftleştirilmesiyle elde edilen melez hayvana da “bardo” veya “ester” adı verilir. Ester, eşek boyutlarında bir hayvandır. Attan çok katıra benzer ise de eşeğin bütün kusurlarını taşır ve katırdan daha az dayanıklı olduğu için fazla tercih edilen bir hayvan değildir. Katır, attan nispeten küçük, eşekten büyük olmasına rağmen her ikisinden daha kuvvetli bir hayvandır.
Katır kullanan bir köylü çocuğu olarak diyebilirim ki; katırlar için kullanılan “inatçı” lafı tamamen uydurma ve efsanedir. Belki içlerinde huysuz olanı vardır, ama katırlar asla inatçı değildirler. Katırlar attan uysal, eşekten hızlı hayvanlardır. Her ikisinden de güçlü olmakla birlikte, at kadar hızlı ve hırçın, eşek kadar yavaş ve inatçı değildir. Katırların çekme gücünü ölçme şansım hiç olmadı ama yük taşıma kapasitelerini iyi bilirim. İyi bir katır, üzerine yüklenen 250-300 kg. yükü rahatlıkla taşıyabilir. Rahmetli babam iyi bir

YALOVA'DA SARIKAMIŞ SERGİLERİ

"Yalova Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği", tarihe büyük bir facia olarak geçen "Sarıkamış Harekâtı"nın, daha geniş kitlelerce öğrenilmesini sağlamak amacıyla Yalova ili dâhilindeki liselerde, "Sarıkamış Fotoğraf Sergileri" açıyor.

Bu harekât, doksan bin kahramanın bile bile ölüme uzanışları, içimizdeki Ermenilerin korkunç ihanetleri ve yine aynı Ermenilerce Türklere karşı uygulanan acımasız işkencelerin dehşetiyle anılarımıza kazınmış olan o hazin dönem içinde yer alıyor.

Bahse konu o hazin dönem, hepimizin bildiği gibi; modern tarihin bilinen ilk ve en korkunç soykırımıyla ünlenmiştir. Ermeniler tarafından yapılmış ve sivil Türklere karşı uygulanmış sistematik bir yok ediş olan bu soykırım, bugün, ne yazık ki; çarpıtılarak
  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

Google'da Webler Arası ve Site İçi Arama

*TATİL ve DİNLENME
Marmara Adası
DAVRAN MOTEL

*HASTANE RANDEVU SİSTEMİ
182 Merkezi Hekim Randevu Sistemi ile RANDEVU ALMA

FotoğrafımGrup Kimliğini Görüntülemek İçin Tıklayın




HABERCİDEN, "Yazarlar ve Ozanlar" ile "Sessizliğin Sesi" Gruplarına Ait Özgün Bir Kanaldır.