VEKİL MAAŞLARI ve BEN MECLİSTE DANIŞMANKEN

Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, “Bir gazeteci böyle ‘suçlu' oldu!” başlıklı yazısında milletvekillerinin, geleceklerini garantiye almak maksadıyla kendi kendilerine yaptıkları maaş zammına destek vererek şöyle diyordu:

“Milletvekillerinin özlük haklarındaki düzenlemenin parasal boyutu hep olduğu gibi medyamızda ve halkımızda ciddi bir tepki ile karşılandı. Doğrusunu isterseniz ben genel eğilim gibi düşünmüyorum. Milletvekili, halkın TBMM'deki temsilcisidir. Ondan bütün mesaisini halk için çalışmaya ayırmasını bekleriz. Başka işler yapması yakışık da almaz, zaten başka işle meşgul olursa bizim için çalışamaz. Ve onlar da çoluk çocuk sahibidir, kimseye muhtaç olmadan yaşamlarını sürdürebilmelilerdir ki çıkar çevrelerinin oyuncağı olmasınlar…”

Mehmet Yakup Yılmaz, muhtemelen kendisi de inanmıyordur şu yazdıklarına. Sırf çeşit olsun, cinslik olsun diye yazmış olmalıdır böyle bir yazıyı. Milletvekillerine destek verdiği filan yok da gündeme farklı şekilde gelmek için sergilemiş olmalı bu tavrı. Ya da kaşınan bir yerleri var ki; kendisini 5-6 yüz lira maaş alan milyonlarca asgari ücretli, bu

FRANSIZ KALDIK!

Arabaya benzini TOTAL veya ELF'ten alsak,
Evin ihtiyaçlarını CARREFOUR, GIMA, DIA, ENDI‘den temin etsek,
Yeni bir ev yaptıran arkadaşımıza söyleyelim; malzemeyi ONDULINE’den alsın, betonu da LAFARGE’a döktürsün,
Yurt dışına çıkan arkadaşlarımız artık AIR FRANCE’ı tercih etsin,
BIC veya CARTIER ile sigara yakmak da bir hayli keyifli olur,
BIC ile tıraş olmak gibi...

Notları SHEAFFER kalemle yazsam,
DANONE yoğurdunu buzdolabından çıkartıp yesem,
Hanım TEFAL’de balık kızartsa,
Arabayı RENAULT, PEUGEOT veya CITROEN ile değiştirsem,
Hafta sonları şehir kalabalık olduğundan PEUGEOT motosiklet’e binsem,

HUTBELER KONUSUNDA BAKAN BOZDAĞ'I YANILTANLAR KİMLER?

Geçmişte MHP sözcülerinin (1), şimdi de CHP sözcülerinin ısrarla dile getirdikleri bir iddia var. Bu iddia, “Hükûmet AB ve ABD’den gelen baskılarla Diyanet’e baskı yaptı, Diyanet’te hutbelerde okunması geleneksel hâle gelen ‘Allah katında yegâne hak din İslam’dır’ ayetinin okunmasını yasakladı’ iddiasıdır. Hükûmet çevreleri ve Hükûmet'e yakın medya organları ise ısrarla bu iddianın doğru olmadığını ve böyle bir şeyin olmasının da mümkün olamayacağını dile getiriyorlar. Yani ortada bir kör dövüşü sürüp gidiyor. Bu konudaki en son yalanlama Diyanet’ten de sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’dan geldi. Bakan özetle; “Yok böyle bir şey” diyor.

Acaba gerçekten de böyle bir şey yok mu? Bu ülkenin koskoca bir bakanı, halkına yalan söyleyemeyeceğine göre acaba bakan yanıltılıyor olabilir mi? Ya da geçmişte MHP, şimdi de CHP, Diyanet’e ve Hükûmet'e iftira mı atıyorlar? Sorumlu bir vatandaş olarak, yöneticilerimize yardım etmek boynumuzun borcu olduğuna göre; bildiklerimizi

Getirisi Yok Götürüsü Çok Proje: "MELE PROJESİ"

Medyaya yansıyan haberlere göre; “Sözleşmeli Din Adamı” adı altında Doğu ve Güneydoğu’da istihdam edilmek üzere; Diyanet İşleri Başkanlığı’na 1000 kişilik kadro verilecekmiş. “Mele Açılımı” olarak da isimlendirilen bu projeye göre; Diyanet’e verilecek bu 1000 kişilik kadro, bölgede hâlen fahri olarak görev yapmakta olan ve “Toplum lideri” olarak kabul edilen itibarlı mahallî din adamlarıyla doldurulacakmış. Bu haberlerin medyaya yansıması üzerine; “Yeni Anayasada Din ve Diyanet Neden ve Nasıl Yer Almalıdır?” başlıklı yazıda söylenenler geldi aklımıza. Şöyle diyordu Sayın Abdulkadir Sezgin yazısında: 

“…Yeni Diyanet İşleri Başkanı 11.11.2010 tarihinde atandı. 12.11.2010 tarihli ‘Taraf’ gazetesi ise, manşetinden verdiği haberde, ‘Diyanet artık Kürtçe biliyor’ diye yazdı. Aynı haberin devamında, ‘Kürtçe anlayan Diyanet’ ara başlığı ile verilen bilgiler son derece ilginçtir. Sanki Diyanet’te daha önce hiç Kürt kökenli insan bulunmamıştı. Sanki

KARMA NAMAZ ve İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ'NDEKİ GÖREV DEĞİŞİMİ

Prof. Dr. Amina Wadut isimli zenci bir kadının, ABD’de aralarında erkeklerin de bulunduğu bir cemaate Cuma namazı kıldırması ve İstanbul’da bir camide erkeklerle kadınların birlikte namaz kılmalarına ilişkin görüntüler, yazılı ve görsel medya vasıtasıyla ortaya boca edilince, Türkiye’de âdeta yer yerinden oynadı. Hele hele İstanbul’daki bir camide karma namaza katılanlar arasında, Cüneyd Zapsu’nun eşinin de bulunuyor olması, epeyce bir dedikoduya ve spekülasyona sebep oldu Türkiye’de.

Çünkü Cüneyd Zapsu, sıradan bir adam değildi. O en başta Yasin El-Kadı gibi ABD tarafından El-Kaide terör örgütünün finansörleri arasında gösterilen Suudi bir iş adamı ile iş ortağıydı. Söylentiye göre; ortağı bulunduğu BİM’de Suudi iş adamı Yasin El-Kadı’nın da hissesi vardı. (1) Cüneyd Zapsu aynı zamanda Başbakan’ın has adamlarından ve akıl hocalarından birisiydi ama yine bir rivayete göre; danışmanlığını yaptığı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı hakkında ABD yöneticilerine, “Bu adamı deliğe

DİYANET'TEKİ DENETİMSİZ AKÇELİ İŞLER

Dr. Abdülkadir Sezgin, kendi yazdıklarından öğrendiğimiz kadarıyla 41 yıllık devlet memuru ve 39 yıllık Diyanet çalışanıdır. Diyanet’te pek çok görevde bulunmuştur ve hâlen en kıdemli başmüfettiş sıfatıyla aynı kurumda çalışmaya devam etmektedir.

Sayın Abdülkadir Sezgin, bilgili, donanımlı, onun için de cesur bir şahsiyettir. Bildiği doğruları söyleme konusunda hiçbir sıkıntısı yoktur. Ayrıca o, bir yazar ve gazetecidir. Uzun senelerdir kitap yayınlamakta ve gazetelerde köşe yazarlığı yapmaktadır. Yazarlık serüveni internet ortamında hâlen devam eden ve benim favori yazarlarım arasında bulunan Abdülkadir Sezgin’in, bu gözünü budaktan esirgemeyen doğru sözlülüğü yüzünden başına birçok sıkıntı da gelmiştir. 41 yıllık devlet memurluğunun 39 yılını Diyanet’te geçirmesine karşılık iki yılını başka kurumlarda geçirmesinin altında da onun bu özelliği yatmaktadır. Yani adı geçen, bu iki yılı, isteyerek değil, bir anlamda zorunlu olarak

KARADENİZ ve RUMLAR

Cumhûriyet’imizin kuruluşu ardından Ülke’nin yaşadığı en önemli olayların biri, Lozan’da, Yunanistan’la imzâlanıp karşılıklı uygulanan “Nüfus Mübâdelesi”dir. Bunun uyarınca, Türkiye’deki Ortodoks Rumlar Yunanistan’a, Ora’daki Türk ve diğer Müslümanlarsa Türkiye’ye gönderilmişlerdir.

Bugün birçok kişiye anlamak zor gelecektir ama… Rum dediğimiz Ortodokslar arasında Türkler de vardır! Bu Türkler, dinleri Hristiyan oldukları için “Mübâdele” kapsamına alınmışlardır. Ortodoks Hristiyan Türkler iki grupturlar. Trakya’da ve Edirne-Havsa arasında yaşamış Gagavuzlar ile Ankara, Kayseri, Konya arası ve çevresinde yaşamış Karamanlılar. Türkiye’ye göçürülen Müslümanlar arasındaysa… Türklerden başka Arnavut, Pomak (Karacaovalı), Patriyot, Ulah (Romen), Çingene gibi etnik unsurlar vardır.

ALEKSİS PARHARİDİS'LE MİHALİS KALİONTZİDİS'İN TÜRKLERİ TAHKİR EDEN KLİPLERİ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ

Sayın Filiz Kaya Emek, "SESSİZLİĞİN SESİ KULÜBÜ"nde; Aleksis Parharidis'le Mihalis Kaliontzidis'in bir klibini yayınladı. Klibin Türklere karşı çirkin imajlar oluşturmak üzere üretildiği açıkça belli. Öyle ki neredeyse tamamı, reklamcıların da sıkça başvurduğu beyin yıkayarak etkileme metotlarıyla işlenmiş. Klibi görür görmez bu konuda bir hatırlatma yapmak istedim.
Defalarca ve ısrarla yazdığım tüm hatırlatma notları, tahminime göre Facebook tarafından silinince işi yazıya dökmek şart oldu.
İşte şart olan o yazı...

Her olayda olduğu gibi, klibin konusu olan "Mübadele Olayı" da iki yönlü. 
Önce şunu belirtmeliyim ki klibe konu mübadeleyi isteyen Türk tarafı değildi. 
Olması için bastıran da... 

Hep Rumların hep Ermenilerin zavallı görüntülerini, film ve kliplerde yoğun bir şekilde izliyoruz. Türklerin çektikleri nedense hiç yazılmıyor, konuşulmuyor. Üstelik Türkler

KALİMERA KALİSPERA . . . "tekrarlanan yayın"

Duymuşsunuzdur!
Yunanlı dostlarımız, Türkiye aleyhindeki eğitim ve öğretim kampanyalarına yeni eklemeler yaptılar. Türkiye aleyhindeki ders kitapları gözlerine az görünmüş olacak ki bu kez de Pontus işini bilmem kaçıncı kez yeniden pişirip eğitim pistine çıkardılar. Lisenin ilk sınıfından son sınıfına dek her yıl, "Cici Pontuslulara Öcü Türklerin yaptıkları soykırım"ı okutacaklarmış. Mutlaka, uygulamalı olarak sirtaki eşliğinde işlerler konuları…
Kadim dost Yunanlılar, şeytani kötülükleri başkalarının üzerinde uygulayıp bir taraftan da “Bana zarar veriyorlar, imdat!” feryatlı taktiğin mucitleridir ne de olsa…
Dersin tam adı “Pontus Soykırımı ve Helenizm'in Yönelimi”.
Hakkımızda yıllardır yönele döne bir şeyler anlatıp durur bunlar.
Genelde de her 19 Mayıs günü.
19 Mayıs neyin tarihiydi ki bu kadar önemli onlar için?

ALİ KEMAL'İN AİLESİNDEN DE ÖZÜR DİLENECEK Mİ?

Geçmişte Cumhuriyet'le başı derde giren ve kovuşturmaya uğrayan ne kadar şeyh, derviş, aşiret ve cemaat lideri varsa, onlardan bir şekilde devlet adına özür dilenmekte ve güya ellerinden alınan hak ve itibarları bir bir geri verilmektedir. Bu adamlardan özür dilenirken bir anlamda, bu adamların hemşerilerinden ve yöre halkından da özür dilenmektedir.

Geçmişte Cumhuriyet Hükûmetleri tarafından takibata ve tevkifata uğradıkları için, taraftarları tarafından zulme uğradıkları, yani mazlum oldukları kabul edilen bazı din adamlarının ve cemaat liderlerinin itibarlarının geri verildiği, bu kişilerin fikir ardıllarının, uzunca bir süredir devlet idaresine egemen olmalarından anlaşılmaktadır. Zira bu kişilerin takipçileri, şu veya bu şekilde uzunca bir zamandır devleti idare etmektedirler. Bize göre bu durum, adı geçen şahsiyetler adına 
fiilî, yani defakto bir özür dilemedir.

KEL ALİÇO BİZİM ATIF HOCA'YI NEDEN ASMIŞ?

Başbakan, toplumun sinir uçlarını kaşımaya son sürat devam etmektedir.
12 Eylül sorgulamasından sonra işi Dersim’e, hatta Millî Mücadele yıllarına kadar götürmüştür. CHP’ye yüklenme adına, hem de Tunceli’de PKK’ya yönelik hava destekli operasyonların gerçekleştirildiği günlerin (1) hemen akabinde, 23 Kasım 2011 günü, partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında yapmış olduğu konuşmada lafı 1937 yılında aynı şekilde yine Tunceli’de gerçekleştirilen benzer bir operasyona getirmek suretiyle isyancıların liderlerine sahip çıkmış, bu liderlerden Seyit Rıza’ya övgüler yağdırmış, üstelik de bu harekât sebebiyle Tunceli halkından özür dilemiştir. (2)

Bu konuşma esnasında Başbakan, elindeki belgeyi sallayarak, "23 Aralık 1938. Tunceli’den 11 bin 683 kişinin sürüldüğünü belirten, iki bin kişinin daha sürülmesini karara bağlayan bakanlar kurulu kararı. Burda da Başbakan kim biliyor musunuz? İsmet İnönü. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Celal Bayar. Anma törenlerini yapan sensin, nasıl yüzleşiyorsun tarihinle? İşte bütün bu sürgünlerin altında İnönü’nün imzaları var. Havadan bombardımanların altında imzası var. Atatürk’ün vefatından yaklaşık bir ay sonra İsmet İnönü Cumhurbaşkanı, Başbakan Celal Bayar…”

ÖĞRETMENİN ENGELENEN VEDASI

Uzun zamandır göremediğim bir öğretmen arkadaşımla karşılaştım bugün. 
Yeni emekli olmuş. 
Birbirimizle hasret giderdikten sonra oldukça koyu bir bir sohbete başladık.
Konu konuyu açtı ve sıra tabii ki asıl mesleğimize geldi.
Öğretmenliğe…
Eğitimin bittiğini, kalitesizliğin had safhada olduğunu, idarecilerin hasbelkader seçilerek koltuğa oturtulduğundan bahsettik. Tahmin edersiniz ki konu ortak dertleri kapsayınca bir o aldı sözü bir ben... O da çok doluydu ve altına imza atabileceğim inanılmaz hikâyeler anlattı.

Son okulu güzel İstanbul’umuzun; eskilerin deyimiyle mutena semtlerinden birindeydi. İşte bu okulda inanılmaz çirkinliklerin yaşandığını, çıkar için arkadaşların arkadaşlarını

Büyük Türk: ATATÜRK

Çok değil, bundan 10-15 yıl evvel aklımın ucundan dahi geçmeyen olaylarla bugün karşılaştıkça; hani derler ya, küçük dilimi yutuyorum.
Hangi televizyon kanalını açarsanız açın, bir karalamadır gidiyor.
Hepinizin fark ettiği üzere, ''Atatürk'ü Karalama Kampanyası.''
Üstelik bu konuda konuşanların büyük bir kısmı, Atatürk'ün kişisel hak ve özgürlüklerini geri vermeye çalıştığı, bu konuda; uğurlarında mücadele ettiği ''hemcinslerim.''
O kanalları izlerken utanıyorum, üzülüyorum; onun kadınlar için yaptığı reformları hâlâ öğrenmiş olmamalarına..
Üstelik bu edimleriyle ülkemizde ki belli başlı TV kanallarında yer alıyorlar.
Hiç mi tarih bilgileri yok hiç mi izanları yok!
Sanki Atatürk, bu vatanı bize hediye etmemiş; reformlar, devrimler yapmamış, kadın haklarını savunmamış…

ERZURUMLU NAFİZ KOTAN

Değerli büyüğüm Sarıkamış Dayanışma Gurubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez Bey tarihimize hizmet noktasında yine bir ilke imza attı.
Onun tabiriyle “kazancımın zekâtıdır” inancı ve düsturu bu hizmetin ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır.
Övgümüz vatanına, bayrağına ve toprağına hizmet edenleredir.
Önemli bir tarih
î olayı sizlerle paylaştıktan sonra düşüncelerimi kısaca özetlemek isterim.
* * *
Erzurumlu Nafiz KOTAN [1887-1948]: Nafiz Bey, 1887 yılı Erzurum doğumludur. Erzurum’un tanınmış ve köklü ailelerinden olan Hacı Ahmet Bey’in oğludur. Babasının vefatı üzerine işlerini tasfiye ederek İstanbul’a gitmiş, kardeşi Necip Bey’le birlikte ticaret hayatına atılmıştır.
Nafiz Bey, Kurtuluş Savaşı sırasında dört tayyare alarak özellikle Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasında büyük katkısı olmuştur.
Bu tayyarelerin Anadolu’ya gizlice gönderilme işleminden sonra Nafiz Bey, İstanbul’daki bütün varlığını paraya çevirerek Ankara’ya gelmiş, elindeki tüm parayı

TÜRKLÜK UTANILACAK BİR HASLET MİDİR?

Dün internette dolaşan Levent Kırca ve arkadaşlarının parodisini görünce hatırladım olayı. Olay 2009 yılında Uşak’ta yaşanmıştı ve Metin Deniz Savaş isimli vatandaşa, 10 Kasım günü taşımacılık filosuna ait araçlarının üzerine “Ne mutlu Türk'üm diyene” yazısını yazdığı ve Türk Bayrağı taktığı için trafik polislerince ceza kesilmişti. Dikkat edileceği gibi, bu yazı yazma ve bayrak takma olayı sadece bir güne, Atatürk’ün vefatının yıldönümü olan On Kasım’a özgü bir davranıştır.

Ha diyeceksiniz ki; “Bu davranış sadece bir güne özgü olmayıp da 365 gün olsa kaç yazar?” Kaç yazıp yazmayacağını bilemem, ancak trafik polislerinin 365 gün ceza yazacağı anlaşılıyor! Çünkü aynı habere göre, Uşak İl Emniyet Müdürü şu açıklamayı yapmıştır:
"Karayolları Trafik Kanunu'nun 26/2 maddesinde, araçlarda izin almaksızın reklam, yazı, işaret, resim, şekil, sembol, ilan, flama, bayrak ve benzerlerinin takılması, yazılmasının yasak olduğu açıkça belirtilmiştir. Yine aynı yasada, ‘Bu suçu işleyen sürücülere 61 TL, araç sahibi farklı ise sürücü ve araç sahibine ayrı ayrı 61'er TL para cezası uygulanır’ hükmü de yer almaktadır. Dikiz aynasından bakıldığında arkadaki araçların görünmesini engelleyen yazı, sembol, resim, bayrak, flama gibi işaretler yasa gereği sökülmek zorunda”.(1)

TÜRK HALKI KÖKENLERİ "TÜRK VATANDAŞLARI"

Zengin bir hâtırat mîrâsına sâhip bulunan; berâber yaşamak husûsunda müşterek arzu ve muvâfakatte samîmî olan; sâhip olunan mîrâsın muhâfazasına berâber devam husûsunda irâdeleri müşterek olan insanların birleştirilmesinden vücuda gelen cemiyete millet nâmı verilir. "Kemâl Atatürk"
* * * * *
İnternette, zaman zaman, olumlu olumsuz adımızın geçtiği yazılara rastlarız. Birkaç gün önce, olumsuz anıldığımız gene böyle bir yazıyla karşılaştık. Üstelik de bizi hocaların hocası çok değerli bir târihçimizle birlikte ve paralel anmışlar! 
Biz, hak etmesek bile kendisinin yanında yer almaktan gurur duyarız. Ancak…

BUGÜN, İŞTE O GÜNDÜR: 10 KASIM!


Bugün, 10 Kasım... 
Hani o büyük acının kaynağını söylememek için, "O Gün" diye seslediğimiz gün. Ata'mızı yâd ettiğimiz sayısız günlerden biri. 

İçimize, ister istemez bir özlem ve o özlemin taşıdığı duygusal hüzün çöküyor.

Hiçbirimiz, erişemedik ona...
Göremedik onu...
İlginç olan şudur ki: 
Çoğu zaman onu; fikir ve eserleriyle yanımızda, hemen yanıbaşımızda hissetmekteyiz...
Hem de aradan geçen bunca yıla rağmen... 

Onun; bizlere armağan ettiği eserleri korumak, geliştirmek ve bizden sonraki nesillere bir bütün olarak bırakmaktır amacımız.

BÜYÜK İNSAN, BÜYÜK KAHRAMAN

Bugün 10 Kasım!
Büyük insan, Mustafa Kemal Atatürk´ün 73. ölüm yıldönümü.
Hepimiz biliyoruz ki "Birinci Dünya Savaşı" sonrasında yurdumuz tam bir enkaz hâlindeydi. Elde bir şey kalmamış, halk aç ve inanılmaz derecede yoksuldu.

İşte o anda; kaybettiğimiz güveni yeniden kazandıran bir önder çıktı ortaya.
Türk'ün hür ve bağımsız olarak yaşayacağını, yurdunu ve bayrağını düşmana çiğnetmeyeceğini söyleyen bir kahraman. 

Mustafa Kemal!..

Zaman mı kahramanları hazırlar yoksa kahramanlar mı zamanı iyi kullanırlar?
Mustafa Kemal, 1881 yılında değil de; 1700'lerde ya da 1960'larda doğmuş olsaydı

KÜLTÜR BAKANLIĞI'NCA ATATÜRK'E UYGULANAN SANSÜR

Belki önemsiz bulup hiç dikkatinizi çekmemiştir. Belki de ilgi alanınıza hiç girmiyor. Ben oldum olası Türk halk müziğini severek dinlerim. Özellikle de Âşıklama tavrını ve deyiş türlerini dinlemeye bayılırım. Söylemesi ayıp; Türk halk müziğini icra konusunda kabiliyetimin olduğunu da söylerler. Öğünmek gibi olmasın, repertuarım da oldukça geniştir.

Geçenlerde her nedense Âşık Veysel’in Atatürk için yazıp bestelediği Atatürk’e Ağıt isimli türküsünü dinlemek istedim. Youtube’dan bulup dinledim. Sonra da bu ağıtın sözlerini bir yerlere yazmayı ve kendimce söylemeyi düşündüm. Bu sözler en doğru şekilde nerede bulunur diye düşünürken birden devlet kurumlarının internet siteleri aklıma geldi ve Kültür Bakanlığı’nın resmî internet sitesine girerek şiirin metnini aldım. Ancak o da nesi! Âşık Veysel’in söylediği türkü ile Kültür Bakanlığı’nın internet sitesinde

ATATÜRK'E KARŞI KÜTAHYALI ALÇI ŞİMŞEK

N. Alçı [Televizyondan]
Bulaşmaya hiç niyetim yoktu.
Yoktu da Atatürk'e saldırılarını hiç sıkılmadan sürdürmesi konuşmaya itti beni…
Atatürk'e diktatör deyip sonra yöneltilen sorulardan kaçan, bu haftanın sansasyonel skandalcısı Nagehan Alçı'dan söz ettiğimi anlamışsınızdır umarım.

Zorla kanıksattılar bize: Televizyonlar, gazeteler bu tür tiplemelerle dolduruldu.
Konulara vakıf olmayan insanlar bu "doldurulmuş kalabalığın" boş şeyleri aynı ağızdan konuşmaları yüzünden doğru söylediklerini zannediyorlar.
Klişeleştirdikleri sloganları da var:
Efendim, o konu kutsal mı? Bunları artık tartışmamız lazım.
Efendim, bu konu dokunulmaz mı? Bunları artık aşmamız lazım.
Efendim, şu konu sorgulanmayacak mı? Bunları artık sorgulamamız lazım.
Efendim, Türklerin yaptığı kötülükler hâlâ saklanacak mı? Tarihleriyle yüzleşmeleri lazım.

KURBAN ve BAYRAM ÜZRE

İslam’ın bayramlarından birine daha ermiş olduk. Bu vesileyle, kurban ve bayram üzerine biz de birkaç satır yazmak istiyoruz.

Kurban… Aslen Arapça olup, Allah'a manen yaklaşmak anlamına gelen fiil ve aynı fiilin aracı olmak üzere boğazlanan hayvan. İslam'da kurban kısaca işte budur. Deve, keçi, koyun ve sığır kurban olabilmekteyse de tercih edilen hayvan koyunun erkeği olan koçtur. Bu yüzden, ülkemizde kurban deyince akla gelen de gene koç olur.

İslam'ın kurbanı, Kur'an'daki bir kıssada Hz. İbrahim'le oğlu İsmail arasında ifadesini bulur. Saffat suresi bunu şu şekilde anlatır: Hz. İbrahim, oğlu İsmail (Tevrat'ta İshak) için rüyasında ilahî bir emir alır. Gene rüyasında İsmail'i kurban etmektedir. Uyandığında bunu oğluna anlatır. Oğul da tevekkülle boynunu büker, baba, madem ki öyle beni kurban edebilirsin, der. Hz. İbrahim bundan sonra İsmail'i alnı üstüne çökertir. Ama bu bir sınavdır ve Hz. İbrahim, tam bıçağına davrandığı anda durdurulmuştur. İşte tam bu sırada, hem İbrahim’in ödülü, hem de oğul İsmail’in yerine kurban edilmek üzere gökten bir koç indiri­lir. Şu var ki, ilahiyatın ilk kurbanı bu değildir. Çok daha öncesi de vardır:

SYLVIE'NİN ŞARKISI

Sylvie Vartan - Wiki
Geçmişte bir gün, tüm Türkiye radyolarına bir şarkı düşer. Bir dönem, gençliğin göz bebeği olan bir şarkıcının; o müthiş günlerinin sonlarına doğru söylediği güzel bir şarkı. Hemen hemen duyan herkes benimser onu. Birincide olmazsa ikincide, ikincide olmazsa mutlaka üçüncüde… 

Türkiye'deki plak satışları da bayağı yüksektir.
Hiç düşmeyecekmiş gibi, geniş kitlelerin dilindedir artık. Türk müziğinden başkasını çalmamaya yeminli pikaplardan bile taşar o ses…
Fransızca söylenmiştir ama bizden bir türkü gibidir. Hüzün doludur. 
Fransızca bilmeden dinleyenlerde dahi bir özlem, bir kavuşma arzusu yaratır.

Yetmez!

VAROLUŞUMUZ

Edirne Balkan Şehitliği
Hemen hepimiz, "Kurtuluş Savaşımız" hakkında yaşanan her şeyi büyük bir açıklıkla biliyoruz.
Bu nedenle bugün yazacaklarım; bir başka destanın, ülkemin bugünlere gelişinin kısa bir destanı olacak.

Önce hatırlayalım.
Bugün; bizleri, utanç verici "Sevr Antlaşması"yla tutsak kıldığını düşünenlere tüm dünyanın gözleri önünde meydan okuduğumuz bir günün yıl dönümüdür.
Bugün; boynuna yok edilme paftası asılmış bir ulusun, bu durumu tersine çevirdiği bir gündür.
Bugün; mazlum ulusların örnek alıp, bağımsızlıklarına ilk adımı atmaya karar verdikleri bir günün yıl dönümüdür.

Biliyorsunuz!
"Birinci Dünya Savaşı"nda yenik

VOLKAN KONAK: DEPREM BENİ İLGİLENDİRMİYOR!

Haber şöyle: “Ünlü şarkıcı Volkan Konak önceki akşam Arnavutköy’de dostlarıyla yemek yedi. Bir ara yemeği bırakıp dışarı çıkan Konak, çorap satan kızla çiçekçiye 100 TL bahşiş verdi. Gecenin sonunda gazetecilere; 
- Ben sanatçı değilim, müzisyenim, sorularınızı sanatçılara sorun diyen ünlü şarkıcı, 
- Van’daki depremzedeler için bir yardım projesinde yer alacak mısınız? sorusuna, 
- Deprem beni ilgilendirmiyor. diyerek etraftakileri şoke etti!.(1)

Volkan Konak’ın bu sözlerine ne denir bilmiyorum ama bana kalırsa; ülkede düşünce özgürlüğü varsa, Volkan Konak'a da tahammül etmek zorundasınız. Aslına bakarsanız ve elbette bana göre; Volkan Konak, bu ülkede dilinin ucuna gelip de bir türlü söyleyemeyen belki de milyonlarca insanın gerçek düşüncesini dile getirmiş

29. GÜN

En büyük bayram olan yirmi dokuzuncu gün, hepimize kutlu olsun. 
Allah; bizi insana kulluk etmekten kurtarıp kendisinden başka hiç kimsenin kulu olmadığımızı hatırlatan ve yurttaşlığın ne olduğunu tanımamıza neden olan herkesten, başta Atatürk olmak üzere tüm hayırlı kullarından razı olsun.

Amin!

BİNALAR DEĞİL MANTIKLAR ÇÜRÜKTÜR!


Bizim oralarda eskiden kandil günleri helva yapıp komşulara dağıtmak adettendi. Yanılmıyorsam özellikle ilk kandil olan "Mevlid Kandili"nde mutlaka helva yapılır ve komşulara dağıtılırdı. Şehir merkezlerinde bilinen ismi her ne kadar “Kandil Helvası”, “İrmik Helvası” veya “Un Helvası” ise de, bizim yörede bu helvanın bilinen adı “Öküz Helvası”dır. Unun, ocakta yağla birlikte hafifçe kavrulup, üzerine şeker şerbeti ilavesiyle yapılan basit bir tatlıdır Öküz Helvası.
Henüz çocuk yaşlarda sayılırdım. Yine böyle bir kandil günü akşamı anam; “Bugün falanca bize helva getirmişti. Kabul etmedim, geri çevirdim. Hem bize düşmanlık ediyorlar, hem de helva getiriyorlar, başlarından kalsın onların helvası melvası.”

UTANIYORUM ŞEHİDİM!


İçimden hiçbir şey yazmak gelmiyor.

Gelmiyor da bir tek, "On yıldır başta bulunanların ağlama, lanetleme, intikam, misliyle cevap alacaklardır, hesapları görülecektir, kanları yerde kalmayacaktır, üzüntümüz büyüktür" demelerini ve "topu her sıkıntı veren işte olduğu gibi yine başkalarının kucağına bırakma gayretlerini" utanarak, kınayarak, kahrolarak izliyor ve "Bu sözleri yazdığım için beni de içeri tıkarlar mı?" diyerek buraya kaydediyorum.

* 
Teröristler üç hafta önce ne yapacaklarını açıkladılar.
Bunu sanki, kendilerinin keşfettikleri bir taktik değişikliğiymiş gibi anlatan yandaş, koldaş, yoldaş televizyoncu ve yorumcularaysa mide bulantılarım geçene kadar hiçbir

TRT, ŞİKE, MÜSTEMLEKE


Şaşırmamak elde mi?
Türkçeyi güzel konuşan insanların yurdu TRT, son zamanlarda şaşkına çeviriyor insanı.
Program yapan, program sunan insanların çoğu; Türkçeyi katletmek için ellerinden geleni yapıyorlar. En acısıysa bunlara göz yumulması…

Hangi birini anlatsam ki?
TRT Haber'de "Uçuyorum" diye bir program ve sunucu kızımız Slovakya'yı anlatıyor.
Aman Allah'ım! Hiç gereği yokken, hatta durup dururken; bir şeye hayran olduğunu ve şaştığını anlatabilmek için "WUAW!" diye bir ses çıkarıyor.
O kadar çirkin o kadar kaba o kadar uygunsuz o kadar batıcı ve konuştuğumuz dille o kadar uyumsuz ki; bu yapmacık sesi çıkarma gayreti karşısında, o an programı izleyen

KUR’AN TÜRKLER HAKKINDA NE DİYOR?


Türk ve Türklük düşmanları her ne kadar bazı tenkitler yönelterek kabul etmeye yanaşmasalar da Hz. Peygamber’in hadislerinde Türklerden bahsedilmektedir. Hatta Hz. Peygamber Türkler hakkında son derece iyi şeyler söylemenin yanında, Arapları Türkler konusunda bilhassa uyarma gereği duymaktadır. Muhtelif kitaplarda Hz. Peygamber’in sefer sırasında Türk yapımı bir zırh giydiğinden ve “Kubbet’it Türk” ismi verilen bir Türk çadırı kullandığından bahsedilmektedir. Hatta meşhur Hendek Savaşı sırasında Hz. Peygamber, ordusunu bu çadırdan sevk ve idare etmiştir. Yine rivayete göre; Hz. Peygamber’in yakın çevresinde az sayıda da olsa Türkler bulunuyordu. Öyle ki; İslam’ın ilk kadın şehidi Sümeyye’nin de bir Türk kızı olduğu ve asıl adının Pamuk olduğu söylenmektedir.(1)

İşte bütün bunlar, bize, Hz. Peygamber’in Türklerle karşılaştığını ve Türkler hakkında az çok bir fikir sahibi olduğunu, dolayısıyla Türkler hakkındaki hadislerin de sahih olduğunu düşündürmektedir. Hatta bu hadislerin pek çoğu, hadis bilginleri tarafından

ANAMI AĞLATAN ADAM YETER Kİ SEN AĞLAMA

Öncelikle her Müslüman’ın ölen Müslüman kardeşinin arkasından yapması gereken duayı yapıyorum: Allah, Merhume Tenzile Erdoğan’ın taksiratını affetsin ve kendisine rahmet eylesin. Başta Sayın Başbakan olmak üzere; Erdoğan ailesine başsağlığı diliyorum.

Önceki gün cenaze namazını kılarken Başbakan'ın, annesinin arkasından ağladığını görünce ister istemez yüreğim burkuldu ve kendi annem aklıma geldi. 2009 yılının Haziran ayı idi. Başbakan'a ve partisine yaranmaya çalışanlardan hukuk ve nizam tanımayan bir grup zorba, yaklaşık 21 senedir çalışmakta olduğum kurumdaki sözleşmemi feshetmiş ve beni resmen işsiz bırakmışlardı. Artık diğer tüm işsizler gibi sokaktaydım. Emekli olmama henüz 22 ay vardı ve emekli de olamıyordum. Dolayısıyla

"ERMENİ MESELESİ"NE BİR DOKUNUŞ


Gazeteyi elime aldım, manşette;
- "Pimi sökülmüş bir el bombası atacağım" şeklinde bir cümle…
Allah Allah bu da ne derken, devamını okuyunca tüylerim ürperdi.
Sözlerin sahibi Fransa Cumhurbaşkanı olan zattı.
Nicolas Sarkozy. 
Macar kökenli bir babadan ve Musevi kökenli Fransız anneden 1955 yılında doğan, babasının ailesini terk etmesinden sonra zor koşullarda büyümüş Sarkozy...

TERÖR ÖRGÜTÜ YANDAŞI ALMAN VAKIFLARI


2008 yılı baharıydı. Türkiye Diyanet Vakfı’nda müfettiş olarak çalışıyordum. Fatih Altaylı’nın hazırlayıp sunmuş olduğu “TEKE TEK” isimli programındaki bir konuşmasından dolayı Prof. Dr. M. Saim Yeprem’e e-posta olarak bazı sorular yöneltmiştim. Hoca, o tarihlerde TDV Yayın Kurulu Başkanı ve DİB Din İşleri Yüksek Kurulu (E) Üyesi olduğu ve özellikle ikinci sıfatı ile sık sık televizyonlarda çıkıp DİB adına açıklamalar yapabildiği için beni ciddiye almasını sağlamak düşüncesiyle TDV Müfettişi sıfatımı özellikle kullanmıştım. Ancak hoca sekreteri vasıtasıyla haber göndererek sormuş olduğum sorulara yazılı cevap veremeyeceğini, eğer istersem sözlü olarak bazı açıklamalar yapabileceğini söyleyince 15 Mayıs 2008 günü kalktım hocanın yanına gittim. İlk o zaman görmüştüm masasında duran ve üzerinde “Konrad Adenauer Stiftung e.v.” yazan kartviziti.

Bu tarihten yaklaşık bir yıl sonra 2 Mart 2009 günü yine bir vesile ile ziyaretine gittiğimde masasındaki “Konrad Adenauer Stiftung e.v.” tarafından verilmiş kartvizitin hâlâ masasında ve herkesin dikkatini çekecek şekilde durmakta olduğunu görünce

CAMİLER HAFTASI VE MESÂCİD-İ DIRAR KONUSU


Uzunca bir süredir, 1-7 Ekim tarihlerine rastlayan hafta, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından “Camiler Haftası” olarak kutlanmaktadır. Son yıllarda bu haftaya “Din Görevlileri” kavramı da eklenmek suretiyle haftanın adı “Din Görevlileri ve Camiler Haftası” olmuştur. Yeni isimlendirmeden de anlaşılacağı gibi; Diyanet İşleri Başkanlığı, küçük bir cinlik yaparak, kendi çalışanlarını, yani din görevlilerini camilerin önüne geçirmiş bulunmaktadır. Buradaki asıl maksat, muhtemelen camiler üzerinden, yani cami kavramı kullanılmak suretiyle Diyanet çalışanlarının haklarını savunmak ve Diyanet'in kurumsal sorunlarının dile getirilmesidir.

Bu konuda gerçekten de başarılı olunmuştur. Zira geçtiğimiz yıl içinde Yeni Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu çıkarılarak Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanlarının özlük haklarında iyileştirmeler yapılmış ve kurum, statü olarak sıradan bir genel müdürlük iken, yeni kanunla bünyesinde birçok genel müdürlük olan ultra süper bir Müsteşarlık

AH ŞU TELEVİZYONCULAR!


Şu televizyoncular ömür insanlar.
Nereden bulur, buluşturur en ilginç insanları ekranlara taşırlar.
Son yıllarda da profesörleri keşfettiler.
O kanalda "Profesör Mıh", öte kanalda "Profesör Cıh", diğerindeyse "Profesör Pıh"!..

Bu hareketin öncüsü, depremden sonra ekranların yıldızı hâline gelen yer bilimciler.
Onların içlerinde de ilginç tipler vardı ama hepsi; doğru konuşan, doğruyu anlatmaya çalışan, hiç olmazsa kendi tespitlerine göre doğruları söyleyen insanlardı.
Ya şimdikiler?
Yandaşı, koldaşı, yoldaşı daha açık konuşursak menfaat beklediği için yalakalık yaptıklarının dışındaki herkese öyle bir saldırıyorlar ki!
Onları her gördükçe; gözümün önüne, zehir püskürterek avını paralize ettikten sonra,

ALLAHSIZLAR !


Milyonlarca Türk vatandaşı olarak, bugünlerde tam da ulu şairimiz Fuzûli gibiyiz. Hepimiz la havle çekip duruyoruz. Burnumuzdan soluduğumuz kesin olmasına kesin de elimizden bir şey gelmiyor. Ne diyordu koca şair Fuzûli:  
“Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil
Çektiğim alamı bir ben bir de Allah’ım bilir...”

İşte bu ülkede yaşayan, daha doğrusu mecburen yaşamaya çalışan milyonlarca insan olarak tıpkı Fuzûli gibi tarifi imkânsız acılar ve elemler içindeyiz. Zira gün geçmiyor ki; bu ülkede bir şehit haberi gelmesin, bir ana kuzusu toprağa düşmesin. İktidar ise kafayı Filistin Arapları ile bozmuş. Varsa yoksa Filistin’e özgürlük.

Hükûmet; hemen her gün “Filistin’e özgürlük” hayalleriyle yatıp kalkarken, bu ülkenin şerefli insanlarının en temel hakkı olan yaşam hakkı ellerinden alınıyor ama Hükûmet

SYLVİE'NİN IRMAĞI


HAYAL Mİ GERÇEK Mİ?
Edirne'de yine bir taşkın fotoğrafı-Karaağaç Yolu sular altında
Edirneli bir dost, bu sabah, Facebook üzerinden gönderdiği bir mesajda "Hayalin gerçek oluyor" demiş ve açıklamış.
Meriç Nehri'nin temizlenmesiyle ilgili olarak, yirmi beş yıl önce kendisine anlattığım metodun çok benzerini bir gazetede okumuş. Bayram öncesinin telaşıyla hangi gazetede okuduğunu hatırlamıyor ama "Tarif ettiğin gibi bir gemiyle Meriç yatağı temizlenecekmiş" diyor ve kendisine anlattığım metodu, "Şöyle demiştin, böyle demiştin" diye hiç eksiksiz bana anlatıyor. 
Okurken o günlere gittim birden.

ÖYLE BİR ZAMANMIŞ Kİ HAYALİNE BİLE CİHAN DEĞMİŞ
O günlerde, bir yabancı dergide; birbirinden güzel yalı resimleri görmüştüm.
Rıhtımları, neredeyse suyla aynı seviyedeydi.
Binaları; bugünün kişiliksiz, seri üretim inşaat tarzından çok farklıydı.
Hepsinin, kendilerine özgü kişilikleri olduğu o kadar açıktı ki!
Başka bir zamandan kopup, derginin sayfaları arasına karışmış gibiydiler.

Oldum olası kişilikli binalara hayranımdır. Bu yüzden, fotoğrafların üzerinden uzunca bir

BENİ İSRAİL'İN LANETİ, ARAP'IN FAZİLETİ


5 Eylül günü kaleme aldığım ve birçok internet sitesinde yayınlanan “Ey İsrailoğulları; …Sizi Cümle Âleme Üstün Kıldığımı Hatırlayın” başlıklı yazım, bazı art niyetli kişilerce yanlış anlaşılmış, bazı dostlarımca da yeterince anlaşılamamıştır. Bunların, genelde yazının içeriğini okuma gereği duymadan, sadece yazının başlığına bakarak kanaate varan kişiler olduğunu üzüntü ile öğrenmiş bulunuyorum. Bu insanlar, sanki benim böyle bir yazı yazmakla İsrail’e ve İsrail devletinin izlemiş olduğu saldırgan ve haydut devlet politikasına destek verdiğimi sanmışlardır. Oysa söz konusu yazıyı tam olarak okusalardı, benim tam tersi bir düşünceye sahip olduğumu hemencecik anlayacaklardı.

İşte o yazıda bulunan satırlardan bazıları:
“Bugün takip etmekte olduğu politikaya bakarak, İsrail için rahatlıkla “HAYDUT DEVLET” ya da “TERÖRİST DEVLET” tanımlamasında bulunabilirsiniz. Ancak bu konuda galiba biraz empati yapmak zorundayız. Yani kendimizi İsrail’in yerine koymak durumundayız. İsrail, her taraftan düşmanla kuşatılmış, coğrafya ve nüfus olarak küçük bir devlettir. Dolayısıyla, İsrail’in bu durumu, saldırgan, hatta bazen haydutluk

Bir Kitap: Dağlık Karabağ İŞGALDEN ÖNCE ve SONRA


Kitabın Ön Kapağı
Yalova Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği,Dağlık Karabağ'la ilgili gerçekleri göz önüne seren bir kitap yayınladı.

Azerbaycan Ermeni Araştırmaları Merkezi Başkanı veKayseri Erciyes Üniversitesi Ermeni Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden Doç. Dr. Gaffar Çakmaklı'nın yazdığı bu kitap;
Dağlık Karabağ İŞGALDEN ÖNCE ve SONRA adını taşıyor.

Kitabın orijinal dili Azerbaycan Türkçesi…
Yalova Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği, Türkiye Türkçesine çevirterek, konunun Türk okurlarınca da takip edilebilmesine olanak sağladı.

"Dağlık Karabağ neresidir?
Nereler işgal altında?
Karabağ neden önemlidir?"
gibi pek çok sorunun cevabını bulabileceğiniz kitap, okuyucusuna sunduğu bu bilginin yanı sıra, jeopolitik anlamda; Türkiye'nin de içinde bulunduğu coğrafyada nelerin olabileceği ve nelerle karşılaşabileceğimizi de anlatıyor.

Hiç tanımayan okurumuz dahi "hayatını Ermenilerin yaptığı soykırımlar ve bu soykırımları başkalarına yükleme çabalarına karşı, doğruların açığa çıkma mücadelesine adamış olan Şemsettin Gürtekin'i ismen bilir. Fikirlerini paylaşır. Kitapla ilgili bilgileri, Sayın Günay Tulun aracılığıyla tanıdığımız ve kararlılığına hayran olduğumuz bu dava adamından derledik.

Kitabın Arka Kapağı
Hâlihazırda, Yalova Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği'ninyönetim kurulunda başkan olarak görev yapmakta olan Sayın Şemsettin Gürtekin, konuyla ilgili olarak:
"Bu çalışmasını bizlerle paylaşan Gaffar Bey'e sonsuz teşekkürlerimizi sunarken, Yalova Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği olarak bu gibi hizmetlerimize devam edeceğiz.
Karabağ'ın işgali bitip Azerbaycan bayrağı dalgalanana dek mücadelemiz sürecektir.
Büyük Türk Milleti ailesi birbirini kolladığı ve sahip çıktığı müddetçe, kendi coğrafyasında ve dünyada huzurlu yaşama hakkını devam ettirir, düşüncesindeyiz." diyor.

Ermeni iftiralarını, gerçekmiş gibi tüm dünyaya empoze eden ve bundan bir müddet sonra aradığı Nobel'e kavuşan Orhan Pamuk ve benzerlerinin hiçbir bilgi sahibi olmamalarına rağmen, şaşılacak kadar üst perdeden çıkan seslerine karşı; Sayın Şemsettin Gürtekin gibi korkmayan, yılmayan, doğruları bilmenin cesaretiyle sesleri gür çıkan, başka kararlı insanlara da ihtiyacımız var.

Yalova Belediyesi'nin de yayın desteği verdiğini duyduğumuz söz konusu eseri, Yalova Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği'nden de temin edebilmek mümkün.





Bedrettin Ziya Çamlıbel

İÇKİ, SÜNEDEN DÖNME KIMIL ZARARLISI MI?

İstanbul’un Beyoğlu, Taksim ve Cihangir semtlerinde yaşanan içki kavgası, bir aydan fazladır gündemde…
Bahane olarak ileri sürülen iddia: Masaların sokağa taşması...
Taşıranlarınkiyse “O taşanlar için işgaliye ödüyoruz. Maksat, bahaneler oluşturup içkiyi yasaklamak.”
Esnaf; “ekmek parası” diyor, “sıcak yaz geceleri” diyor, “turistlerin alışkın oldukları, sevdikleri güzel bir uygulama” diyor, üstüne başka şeyler de ekleyip dertlenerek konuşuyor.
İçkiyi yasaklama düşüncesinde olduğu söylenen Beyoğlu Belediyesi'yse tersleniyor:
- Burada oturanlar var, masalar yüzünden sokaklarda yürüyemiyorlar.
Tedbir olarak da masanın başında oturan turist miymiş değil miymiş, masanın üzeri dolu muymuş boş muymuş diye bakmadan; masa ve sandalyeleri kaptıkları gibi kaçırıyorlar.
Bırakalım, onlar tartışa dursunlar. Bizlerse farklı bir açıdan yaklaşalım şu konuya.
Fazla dallanıp budaklandırmadan, olabildiğince kısa ve tarafsız bir bakışla içkinin geçmişine dokunalım azıcık…

İçki içmek, her zaman, olumlu ya da olumsuz yönleriyle insanların ilgisini çekmiş.
Sevenleri, olumsuz yanlarını görmezden gelip olumlu yönleriyle haşır neşir olmayı seçmişler.
Anlatanların yalancısıyım; bunun baş nedeni, ilk kadehlerle gelen ve unutulması da vazgeçilmesi de zor olan o haz, o keyif verici etkiymiş.
Öyle ki, içkilerin atası olarak saygı gören şarabın ana maddesi olan üzümün, olgunlaşıp

İSRAİLOĞULLARI. SİZİ CÜMLE ÂLEME ÜSTÜN KILDIĞIMI HATIRLAYIN


*İsrailoğulları: Sizi Cümle Âleme Üstün 
Kıldığımı Hatırlayın (Kur’an Ayeti)      
İsrailoğulları diye bir millet var mıdır?
İsrailoğulları, dünyanın en eski milletlerinden birisi midir?
İsrailoğulları, tarihin derinliklerinde, şimdi bulundukları coğrafyada devlet kurmuşlar mıdır?
Tevrat diye bir kutsal kitap var mıdır?
Yahudiler ehli kitap mıdır?
İsrailoğullarının “Kral” olarak tanıttıkları pek çok isim, biz Müslümanlar için aynı zamanda peygamber midirler?
Hz. İbrahim, bütün ilahî dinlerde olduğu gibi Yahudilik için de önemli midir?

Bu şekilde sorulacak sorulara verilecek tek cevap vardır.
O da sadece ve kocaman bir “EVET”tir.
Bu sorulara “HAYIR” demek, maazallah insanı, daha doğrusu Müslüman’ı dinden çıkarır.
Çünkü bu sorulara “EVET” cevabını kutsal kitabımız Kur’an veriyor.
Kur’an’ın “EVET” dediğine “HAYIR” demekse insanı dinden çıkarır, küfre götürür.
Özetle kart bir kâfir yapar.
Kur’an’ın üzerinde en çok durduğu ulus, muhtemelen Araplardan bile daha fazla olmak üzere İsrail ulusudur.
Kur’an, Yahudilik ve İsrailoğulları üzerinde o kadar çok duruyor ki; bu durumu fark eden

30 AĞUSTOS’UN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


Gelen tebriklere bakıyorum da 30 Ağustos'u kutlayan bir biz bir de Tema Vakfı kalmış gibi... Belki sağda solda birkaç kişi daha...
Bizi hepiniz biliyorsunuz: “Sessizliğin Sesi Grubu”…

Çocukluğumda, “Kurtuluş Savaşı”mızla ilgili her şeyi okur, tartışır; gazilerle konuşur, o gün söylenen marşları bile ezbere bilirdik.
Bir kesimin olağanüstü çaba ve propagandaları sonucu, Kurtuluş Savaşı; önce önemsizleştirildi sonra da toplumun hafızasından atılabilmesi için, önüne Çanakkale Savaşları kondu.
Sanki tüm tarihimiz "Çanakkale Savaşları"ndan ibaretmiş; ondan çok daha kapsamlı, tüm ulusun kaderini çizecek kadar büyük savaşlar zinciri yaşanmamış, Kurtuluş Savaşı

İMAMLARIN GÖREVİ FİTNE FÜCUR MUDUR?

Bugün orucun son günü. Hayırlısıyla bir Ramazan’ı daha uğurlamak üzereyiz. Terör saldırıları sebebiyle içimiz cayır cayır yansa da, Allah sebebini verdi ve bu Ağustos ayı oldukça serin geçti. Ve oruç tutmakta hiç zorlanmadık. Allah, cümlemizin tutmuş olduğu oruçları kabul etsin.

Ancak her sene olduğu gibi, bu sene de bilgisiz veya art niyetli din adamlarının sayesinde içimiz dışımız fitne-fücur ve şüphe ile dolup taştı. Televizyon ekranlarında arzı endam eden ve kimisinin isminin başında profesör, kimisinin isminin başında cemaat lideri ve kimisinin isminin başında da emekli müftü yazan din adamlarımız, sağ olsunlar yapmış oldukları abuk sabuk açıklamalarla Müslümanları bol bol şüpheye düşürüp, toplumumuzu fitneye sürüklediler.

Yaşar Nuri Öztürk ve Aziz Bayındır’ın, Teravih Namazı ve imsak vakti konularındaki çıkışları bir tarafa, televizyonlarda program yapan diğer din adamları da bol bol gaf yapıp çam devirdiler. Bunlardan birisi de benim aziz dostum olan İstanbul Emekli Müftü Yardımcısı Yusuf Kavaklı’dır. Geçen sene olduğu gibi bu sene de sahur vakitlerinde nedense aile olarak Yusuf Kavaklı’ya takıldık. Bunun en önemli sebebi, Yusuf Kavaklı ile

TARİH ÖĞRETMENLERİNİN FERYADI


Türkiye’nin iç ve dış sorunlarına, köşe yazılarımda elimden geldiğince özen göstererek yer vermeye çalışıyorum. Son günlerde Somali Çıkarması (!), Suriye ve Libya’daki gelişmeler ile şehitlerimizi yazmayı düşünüyordum. Ne var ki, pek az kişinin ilgilendiği tarih bölümlerini bitiren öğretmen adaylarının feryadı hepsini bir anda geriye itti. Bu nedenle Tarih Eğitimi Almak Suç mu? başlıklı yazımın devamı niteliğindeki bu yazımı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Kanayan yaraya bir nebze merhem olursa ne mutlu

FENERBAHÇE’YE SAHİP ÇIKMA ADINA TÜRKİYE’NİN MARKA DEĞERİYLE OYNUYORLAR

Ülkelerin marka değerini tespit etmek mümkün müdür bilmem. Örneğin “Milli* Güç” kavramı bu konuda bir anlam ifade eder mi ondan da emin değilim. Ancak konu Türkiye olunca, benim için Türkiye’nin marka değerini ölçmek ve bunu rakamsal olarak ifade etmek kesinlikle mümkün değildir. Şair Türkiye için boşuna dememiştir, “Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı” diye. Ancak gelin görün ki; Türkiye’mizi yöneten bazı bedhahlar ve bedbahtlar, ülkemizin marka değerini düşürmek değil ama ülkemize marka değeri verdirmek ve sonra da verdirdikleri bu marka değerini zedelemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Bilindiği gibi, şike iddialarıyla hakkında soruşturma açılan Fenerbahçe futbol takımı hakkında karar verme konusunda Türkiye Futbol Federasyonu sudan bahanelerle ayak sürüyünce devreye UEFA girdi. UEFA Türkiye’ye Pierre Corno adında bir müfettişini

MEN DAKKA DUKKA


‘’Değişim, değişim!’’ dedik; daha ne olduğunu anlamadan, bir girdabın içinde bulduk kendimizi.
Hakikaten görmediğimiz, alışmadığımız olaylar; gün be gün hepimizi şaşkına çeviriyor.
"Ne, ne kadar doğru" anlayamıyor, basın organlarının ilettikleriyle yetinmek zorunda kalıyoruz.
Zannedersem, onların ilettikleri de aldıkları izinle sınırlı.
Güvendiğiniz, yıllarca yazılarını okuduğunuz yazarlar; daha önce yazdıklarının tam tersini söylemekteler. 
Onları okuyunca inanamıyor, yıllarca savundukları düşünceleri nasıl da bir çırpıda bırakabildiklerine şaşıyorsunuz.
Peki, sağlıklı mı bu?
Asla!
Ancak meslektaşlarının durumunu gördükçe, 180 derece dönüş yapmak zorunda kalıyorlar. Evde bekleyen eş var, çocuk var.
Ne zaman mahkemeye çıkacağını bilmeden, yıllarca hapiste yatması var!!!
  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

Google'da Webler Arası ve Site İçi Arama

*TATİL ve DİNLENME
Marmara Adası
DAVRAN MOTEL

*HASTANE RANDEVU SİSTEMİ
182 Merkezi Hekim Randevu Sistemi ile RANDEVU ALMA

FotoğrafımGrup Kimliğini Görüntülemek İçin Tıklayın




HABERCİDEN, "Yazarlar ve Ozanlar" ile "Sessizliğin Sesi" Gruplarına Ait Özgün Bir Kanaldır.